yenişarbademli
  YENİŞARBADEMLİ HK
 
Hemşehrimiz Sayın Yücel ÜNAL'ın Web Sitesinden alınmıştır.  

BELGELERLE YENİŞAR

Burada Emekli öğretmen Veli Karaca'nın Belgelerle Yenişar adlı kitabını aynen yayınlama gereğini bu kitabı basmaya söz veripte bastırmayanlara karşı bir serzeniş ve memleketimin bu cennet yurdumun ne kadar değerli bir tarihe tanıklık yaptığını ve güzelliklerini göstermek için buraya koydum.

İÇİNDEKİLER

I. BÖLÜM

 

BİBLİYOGRAFYA (KAYNAKLAR) *

ÖNSÖZ *

1- YENİŞAR’IN TÜRK İSLÂM ÖNCESİ ZAMANINA KISA BİR BAKIŞ *

 

2- 1116-1146 YILLARI ARASI YENİŞAR’DA GÖRÜLEN BİZANS Ve SELÇUKLU MÜCADELESİ *

3- ANADOLU SELÇUKLU DÖNEMİ OLAN 1227-1250 YILLARI ARASINDA YENİŞAR’DAKİ KUBAD –ÂBÂD VİLAYETİ *

4- 1260-1300 YILLARI ARASINDA “KUBAD-ÂBÂD’IN İSTİLAF ETTİĞİ (YERİNİ ALDIĞI) GORGORUM VİLAYETİ” HAKKINDAKİ YAZILAR *

5- 1300-1600 YILLARI ARASINDA YENİŞAR *

 

6-1600-1650 YILLARI ARASINDA YENİŞEHİR NAHİYESİ VE BURADA GÖRÜLEN YERLEŞİM BOZUKLUĞU *

 

7- ANADOLU CELALİLERİNDEN KATIRCIOĞLU MEHMET BEY ve YENİŞEHİR NAHİYESİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLER *

 

 

Cihannüma: Katip Çelebi,

 

İlk Baskısı, 1732

Türklerin Tarihi: Do

ğan Avcıoğlu, 1985

Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi: Prof. Dr. Osman Turan, 1980

Selçuklular Zaman

ında Türkiye: Prof. Dr. Osman Turan, 1993

Türk

İslâm Devletleri Tarihi: Prof. Dr. Ce Bosworth

Osmanl

İlkçağ Tarihinde Pisidya: Doç. Dr. Mehmet Özsait, 1980

ı Tarihi: İsmail Hakkı Uzunçarşılı, 1940

Naime Tarihî: Mustafa Naima, Çeviren Zuhuri Dan

ışman

Bey

şehir ve Eşrefoğulları: Ömer Tekin, Recep Bilginer, 1945

Kitab-

ı Mukaddes (İncil)

Isparta Tarihi: Böcüzade Süleyman Sami, 1983

K

ısası Enbiya: Cevdet Paşa, 1966

O

ğuzlar-Türkmenler: Prof. Dr. Faruk Sümer, 1992

Suyu Arayan Adam:

Şevket Süreyya Aydemir, 1971

Bey

şehir Gölü Havzasının Jeolojik Etüdü: Dr. A. Selçuk Birecik

Yurt Ansiklopedisi: Dr. Gönül Öney

Bütünü

İle Uluborlu: Said Demirdal

Osman Gazi’den Atatürk’e: Re

şat Ekrem Koçu, 1953

Büyük Nutuk 2. Cilt, Atatürk

Isparta ÜN Mecmuas

ı, 1935-1942

Belleten: Türk Tarih Kurumu, 18/65, 68, 1953

Selçukî Devletleri Tarihi: M. Nuri Gençosman, F. Nuzluk, 1943

Önasya Mecmuas

ı: Cilt.4, Sayı.38, Doç. Dr. M. Oluş Arık

Dünden Bugüne Bey

şehir: Bilal Eyupoğlu

Bey

şehir Gölü İle Akdeniz’in İlişkisi: Yaşar Özsoyeller, 1970

Büyük Türkiye Tarihi: Y

ılmaz Öztuna, 1977

Bey

şehir Tarihi: İsmail Hakkı Konyalı, 1991

Klâsik Yunan Mitolojisi:

Şefik Can

Osmanl

ı Yönetiminde Beyşehir Sancağı: 1485-1584, M. Akif Erdoğru

Küçük Asya Seyahati - 1895 Yaz

 

ı : Frederih Sarre

Yazılı Belgeler: Ferman, Hüccet, Berat, Senet...

 

Basılmış Belgeler: Kitap, mecmua, fotoğraf....

Tarihi Kalıntılar: Kitâbeler, sikkeler, figürler...

Canlı Belgeler: Olayları yaşayan ve görenler.

 

 

 

Eski Taş Devri (Paleolitik) MÖ.600.000-10.000 Yılları

Orta Taş Devri (Mezalitik) MÖ.10.000-8.000

Yeni Cilalı Taş Devri (Meolitik) MÖ.8.000-5.500

Maden Taş Devri (Kalkolitik) MÖ.5.500-3000

Tunç Çağ (Erken Tunç-Orta Tunç) MÖ.3.000-2.000

 

 

 

 

 

 

Genel Tunç .......................................MÖ.2.000-1.200

 

Hitit Çağ ........................................MÖ.1.900-1.200

Firiğ ........................................MÖ.750-546/300

Pers Dönemi ........................................MÖ 545-333

Helenistik Dönem .....................................MÖ.330-30

Roma Dönemi ................................MÖ.30-MS.1.453

Anadolu Selçukluları .........................MS.1.144-1.280

Karamanoğulları ...............................MS.1.256-1.483

Eşrefoğulları .................................MS.1.280-1.326

Hamitoğulları .....................................MS.1.280-1.391

Osmanlı dönemi ................................MS.1.374-1.923

 

a) Eşrefoğulları (1280-1326) *

B) Hamidoğulları (1280-1391) *

c) Anamaslu - Karahaculu *

d) 16. Yüzyılda Yenişehir (Yenişar) Nahiyesi (1485-1584) *

e) 1585 Yılı Sonlarına Doğru Hamid (Isparta) Sancağına Bağlı Yenişehir’de (Yenişar) Kurulan Irla Kazası. *

 

I. BÖLÜM

BİBLİYOGRAFYA (KAYNAKLAR)

ÖNSÖZ

“Bir mesire ki, eğer Cennet’in bekçisi burayı görseydi buradan katiyen ayrılmazdı”

Biz köy Enstitüsü çıkışlı öğretmenlerin Kanunla saptanmış Eğitim ve Öğretime bağlı şu maddenin de yerine getirilmesi ön görülmüştür.

“Köyde ve yakın muhitlerde bulunan tarihi eserleri ile memleket güzelliklerini teşkil eden tabiî ve teknik kıymetlere hâiz eser ve anıtların onarılması; neslinin tükenmesi ve körelmemesiyle ilgili işlerde Muhtarla köylülerle ve ilgili kuruluşlarla beraber çalışmak.” Sözünden yola çıktım.

Her avuç toprağında bir tarihi olay ve değer saklı bulunan Yenişar’a karşı aşırı sevgim ve saygım beni araştırmaya götürdü. “Belgelerle Yenişar” adını taşıyan bu kitap zaman ötesinden gelen şu belgelerden meydana gelmiştir:

 

 

 

İbn-i Bibi

Geçmişle, yaşanan zaman arasında bağlantı kuran bu belgeler bir bakıma vatan toprağının tapusu niteliğindedir.

Bu nevi çalışmalarım bir uzmanlık konusu olmasına rağmen yine de elimdeki mevcut belgeler beni araştırmaya ve bu kitabı yazmama sevk etmiştir. Gelecekte bu belgeler uzman kişilerce ele alınıp incelendikten sonra daha ayrıntılı bilgiler elde edileceğinden eminim.

Öğretmenliğimin ilk yılları olan 1944 yıllarından günümüze kadar geçen elli dört yıl boyunca araştırıp emek verdiğim bu eserimin muhteviyatı Kur’an-ı Kerim’in DUHÂN SÛRESİ’nin şu âyetleri ve mealleri ile amacına ulaşacağı ve değer kazanacağı inancını taşımaktayım.

Rahman ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla,

25- Onlar neler bırakmışlardı, ne bahçeler ne pınarlar.

26- Ne ekinler, ne güzel kaynaklar,

27- Ve içinde eğlenip durdukları nice nimetler ve refah!

28- İşte böylece biz onları başka bir kavme miras bıraktık.

29- Gök ve yer onların üzerine ağlamadı. Onlara mühlet de verilmedi.

Gerçi, bu âyetler özellikle Yenişar için değil, geneldir. Ancak yöremizin durumu da, bu âyetlerin şümulü içine girebilecek niteliktedir.

Acılarımı ağrılarımı ve tüm mutlu günlerimi sinesinde saklayan Yenişar’ıma bu çalışmalarımla hizmette bulunabilmişsem kendimi mutlu sayarım.

Allah El’Bâri ve El’Alim’dir.

Veli KARACA

Emekli Öğretmen

Yöremiz, Beyşehir Gölü ve gölün batı kesiminde toplanan adalar, yarımadalar, üzerinden hiç kar eksilmeyen 3000 m. Yüksekliğe varan dağlar, tepeler, vadiler, yaylalar, ulu ve sarp dereler, mağaralar, bu araziyi örten her türlü orman ağaçları ve yöreye canlılık kazandıran birçok su kaynakları ile bütünleşmektedir. (Şekil 0)

Tabiatın tarih ile birleştiği bu yörede ilk çağlardan ve sonraki çağlardan kalma İslâmî eserler yanında gayri İslâmi eserler mevcut olup, harap bir görünüm içindedirler. Bunlardan on tanesi, çeşitli yükseklikteki tepeler üzerinde kurulmuş büyüklü küçüklü kalelerdir. Bu kalelerin bazılarında yollar, mağaralar, mabetler, sarnıçlar mevcut olup, çeşitli medeniyet izleri iç içedir.

Vadilerde ve düzlüklerde kurulan on iki adet yerleşim yerinde ise kiliseler, kuyular, yer altı evleri ve sığınakların yıkıntıları mevcuttur.

Göl kıyısında ve adalarda ise, görülen manzara daha başkadır. Kubâd-âbâd Sarayı’nın bulunduğu Beyşehir Gölü’nün batı sahil şeridi boyunca, sahil ve göl içinde kalmış batık şehir kalıntıları bu şehrin evleri, sokakları, bazı yıllar gölün çekilmesi ile kendini gösterir. Suların istilasına uğrayan bu yerleşim birimlerinin mahiyeti ancak sualtı araştırmaları ile öğrenilebilir durumdadır. Şekil 3. Adaların hemen hemen hepsinde harabe yerleri ve bu yerlerde, geçmişten gelen meyve ağaçları varlıklarını halâ sürdürmektedirler.

Geçmiş ile günümüz arasında bağlantı kuran bu kültür varlıkları ve tabiî güzellikler gün geçtikçe yok olmaktadır.

Bazı yazılı kaynaklara ve elde edilen bulgulara göre Yenişar’da medeniyet izlerine rastlanan beşeri varlıkların, kavimlerin, milletlerin ve devletlerin geçmişlerini şöyle sıralayabiliriz: Harita 1.

Tarih Öncesi Çağlarda

 

 

 

Yenişarbademli, Nisan 2000

 

1- YENİŞAR’IN TÜRK İSLÂM ÖNCESİ ZAMANINA KISA BİR BAKIŞ

Tarihi Çağlar:

Bilahare Türkiye Cumhuriyeti hakimiyeti altında görülmektedir.

Aslında bir bütün olan Yenişar’daki medeniyet kurmuş kavim ve milletler bunlara ait kültür varlıkları yoğun bir görünüm arz eder.

“Müteveffa Prof. As Halil, Antik çağda bu bölgede (Yenişar) Kurucaova dahil yoğun yerleşim kalıntılarından dolayı kalabalık bir nüfusu barındırdığını ileri sürmektedir”

“Yöre, Sterrett’in bulduğu yazıtlardan anlaşıldığı üzere bütün bu çevre antik yerleşim yerlerinin varlığını kanıtlayan zengin eserlerle doluydu. Antiocheia (Yalvaç)’dan güneye giden büyük yol da buradan geçiyor” diyen Sarre ayrıca; Harita .1, Şekil 58

“karşımızda Anamas Dağının karlarla kaplı zirvesi yükseliyordu...” diyor. Şekil.17.

Bence yörenin tarihi kalıntılarını ayırt etmek kolay bir iş değildir. Zira bu bir uzmanlık konusudur. Benim çalışmalarım amatörce yapılmış olup, uzman kişilere yardım etmektir. Emsalsiz tabiat güzellikleri ile tarihin kucak-kucağa bulunduğu Yenişar’da İslâmi ve gayri İslâmi eserlerin durumlarını ve yerlerini şöyle sıralayabiliriz: Harita 2.

Kızılalan - Camitaşı

Anamas yaylaları üzerinde bulunup Camitaşı adı ile anılan bu yer, Kızılalan mevkiînde Camiyi andıran bir tabiat harikasıdır. Camiye benzediği için Camitaşı olarak vasıflandırılan harikanın çevresi, olağanüstü engebelik yapısı ile, sanki bir şehrin sokaklarını andırır. Bu yerde birçok milletlerin, devletlerin ve kavimlerin kültür varlıklarına da rastlanır. Pisidya’da bulunan bu harikanın, Pisidiler, Hititler, Firigyalılar, İyonlar, Roma ve Bizans dönemlerinde de kullanıldığı bazı bulgulardan anlaşılıyor. Şekil: 9, 10, 15, 18. Bu bulgulara dayanarak burada elde edilen iddialara bakılırsa bu yerin bir tapınak olması muhtemeldir. Büyük yangın geçiren bu yerde çeşitli görünümde demir parçaları ile beraber heykelcikler ve bol miktarda Roma ve Bizans Sikkelerine de rastlanmaktadır. Firigyalılar döneminde Sibel mabedi olması ihtimal dahilinde olan bu mabetten başka, Mındıras adasında da bir mabet vardır. Şekil: 2.

Malanda – Amalda

“Pisidya sınırları içinde” Amalda adlı bir piskoposluk bulunduğu kilise listelerinde görülmektedir. Burası üzüm ve şarabı ile meşhur imiş. Tarihçiler, bu şehrin yerini kesin olarak tespit edememekle beraber, Beyşehir Gölü ile Eğridir Gölü arasında olabilir sözünü ediyorlar.

Yöremizde Malanda (Amalda) adında bir yer adı mevcut olup, burada İslâmi ve gayri İslâmi milletlerin uygarlıklarına ait kalıntıları harap bir vaziyette varlıklarını korumaktadır. Bu kalıntılarda, heykelcikler, sikkeler, gözyaşı kapları, şarap testileri, bir yüzü kabartmalı üzüm salkımı ile bezenmiş çocuk lâhiti gibi bazı bulgulara rastlanmıştır. Şekil: 5. Yine burada Selçuklulara ait, duvarları çini bezemeleri ile işlenmiş küçük bir saray mevcut olup, “Medrese yeri” olarak anılır. Ayrıca bu saraya yakın Selçuklu lisanı ile anılan “KEYKANINTAŞI” adında bir yer adı vardır.

Biz bu bulgulara dayanarak Amalda’nın Bugünkü Amalda adı ile anılan yerde bulunduğunu, burasının da Gorgorum vilayeti dahilinde olduğu kanaatindeyiz.

 

Bademli – Dede

Bugünkü Bademli’nin yerleşim ünitesi olan arazi içinde bilhassa Dede ile anılan orman ağaçlarıyla bütünleşen bir kale var olup, çevresinde gayri İslâmi yerleşim birimleri mevcuttur. Bu yerlerde elde edilen bulgulara bakılırsa buralarda Iyon’lar, Romalılar ve Bizanslılar tarafından medeniyetler kurulmuş olup, yerleşim birimleri yoğun bir şekilde iç-içedir. Buralarda bulunan küpmezarlar ve içinden çıkan küpeler, toprak kandil ve pipolar, dokuma ağırlıkları Helen uygarlıklarına ait kültür varlıklarıdır. Yine aynı yerlerde rastlanan yermezarlar, lâhitler, heykelcikler, haçlar, ok uçları sikkeler gibi daha bir çok bulgular da Roma ve Bizans dönemlerine aittir. Şekil: 6, 12, 13.

Allat, Hökkeşe, Kâfirharmanı

Buradaki yerleşim, geniş bir alana yayılmış olup, dağınık bir haldedir. Elde edilen buluntular ve yerleşim birimlerindeki yapıların, mimari tarzlarına bakılırsa, buraların Pisidyalılar, Yunanlılar, Roma ve Bizanslılara ait yerleşim yeri olduğu anlaşılır. Buradaki kalıntıların başlıcaları tarihi kuyular, sarnıçlar, ören yerlerinde bulunan sikkeler, ikonlar ve taş işlemeleridir. Şekil: 11, 14, 15.

Zeyva, Maltepe , İnönü

Zeyva, Maltepe ve İnönü yer adları içinde bütünlük sergileyen ören yerleri, Pisidya, Firigya, Roma ve Bizans dönemlerine ait yerleşim birimleridir. Burası adı geçen milletlerin ve devletlerin kültür varlıklarının yoğun olarak sergilendiği bir bölgedir. Zeyva ve Maltepe, bilhassa İnönü’ndeki mağarada bol miktarda gözyaşı şişeleri, heykelcikler, mutfak eşyaları, sikkeler, taş sütunlar dikkate şâyandır.

İlâhlar

Pisidya’da, Firigyalılardan kalma birçok kale ve dağların tepesinde, Sibel mabetleri bulunmaktadır. Yine Firigyalıların erkekli dişili birçok tanrıları olup, sonralardan Yunanlılara ve daha sonraları da Romalılara geçmiş olduğunu Heredot tarihinden öğreniyoruz.

Yenişar’da, Firigyalıların, Yunanlıların ve Romalıların taptıkları erkekli dişili tanrıların bazılarının sembolik alâmetlerini taşıyan sanat eserleri günümüze kadar gelmiştir. Yöremizin kültür varlıkları içinde bulunan bu tanrılar ve tanrıçaların adları ve sembolleri şöyledir:

1- Demeter - Ceres

Yunanca adı Demeter, Lâtince adı Ceres olan bu dişi tanrı toprağı temsil eder. Bolluk ve bereket getirdiğine inanılır. Sembolü ve işareti ise buğday demetidir. Bu sembol, Yenişarbademli-Pınarbaşı Mahallesi kabristan ihata duvarı köşesinde yekpare bir taş üzerine işlenmiştir. Şekil:7.

2- Athena - Minerve

Yunanca adı Athena yahut Minerve olan bu dişi tanrının bir lâkabı da Pallas olup zeka tanrıçasıdır. Kentin koruyucusu ve savunucusu olan bu tanrıça, insanların varlığını koruyacağı ve idame ettireceği inancı ile beraber kentin kaderine hakimdir.

Yöremizde bulunan bir sikke üzerine resmedilen bu tanrıçanın başlığı, kentin savunma duvarları ile simgelenmiş olup, M. Ö. 203-181 yıllarına aittir. Şekil: 16.

3- Herkül

Yöremizde Camitaşı ile anılan mabette bulunan idollar, Herkül’e ait heykelciklerdir. Yunan mitolojisinin yarı ilâhı Herkül’ün 12 yiğitlik sahnesi canlandırılmış olup, orta yaşlı ve sakallı olarak yapılmıştır. Şekil: 9.

4- Dionysos - Liber

Yunanca adı Dionysos, Latince adı Liber olan bu dişi tanrı insanı üzüntüden azat eden, hürriyete kavuşturan, şarabın tanrısıdır. Stophylos (üzüm salkımı) ile ifade edilmektedir. Yenişarbademli’de bulunan bir çocuk lâhiti üzerinde sembolize edilmiştir. Şekil: 5.

Büyük Fransız ihtilâli sırasında aydınlar bu tanrının özelliğini dikkate alarak yeni bir ideoloji geliştirmiş olup, adına da Liberalizm demişlerdir. Liberalizm gerek siyasi sistemde gerekse ekonomik hayatta sınırsız hürriyet fikrini öngörür. Meşhur “Encyclopedia Amerika’ne” isimli eserde “İlkel Liberal hareket, Şeytanın Allah’a isyanı ile başlamıştır “ denilmektedir. Bir bakıma ilâhların rejimi olan Liberalizm bakalım neler getirecek, neler götürecek.

5- Artemis - Diyana

Yunanca adı Artemis, Latince adı Diana olan bu dişi tanrı Ay’ı anlatır. Temsil ettiği fikir ve kudret ise iffettir, alâmeti geyik ve hilâldir.

Yöremizde Maltepe Mevkiinde iki adet geyik heykeli bulunmuş olup bir tanesi Konya Müzesi’ne kaldırılmıştır.

6- Zevs - Jüpiter

Yunanca adı Zevs, Lâtince adı Jüpiter olan bu erkek tanrının ayırt edici alâmeti kudret ve fikir ise, büyük Kudrettir. Anlattığı şey ise, esir-havadır. Esir; havadan daha hafif olup, kâinatı dolduran ışık, ısı, elektrik vs. yi nakle vasıta olan bir cisimdir.

Bronzdan yapılan bu erkek tanrı heykelciği Yenişarbademli – Zeyvus Mevkiinde bulunmuş olup, yapılışı kâide üzerinde bir geyik başına, bir kartalın konmuş şeklidir. Burada geyik Artemis Tanrıçası’nın simgesi olup, iffeti ifade etmektedir. Kartal ise, Zevs tanrısının simgesi olup, büyük kudreti temsil ettiğine göre, iffet tanrıçasını koruması veya hakimiyeti altına almış olmalıdır.

Kilise ve Manastırlar

Hıristiyanlık dönemi olan milattan sonraki yıllarda da önemini koruyan Yenişar’da günümüze kadar adı söylenegelen kiliseler ve manastırlar mevcuttur. Örnek olarak Avluk’taki Kilisecik, Muma altındaki Aşağıkilise, Beyşehir Gölü Mada Adası yakınında Kiliseliada, Beyşehir Gölü batı sahilinde Yenişarbademli – Şarkikaraağaç yolu üzerinde Kızılkilise’yi sayabiliriz. Şekil: 8. Osmanlı kayıtlarında Kenise olarak geçen bu mabetlerin günümüzdeki lafzı kilisedir.

“Prof. Halil, Hoyran’da gördüğü Antik eserler, Hıristiyanlığın ilk kiliselerinden ve mezarlığından getirilmiş olmalıdır” demektedir. Halâ mevcudiyetini koruyan bu Antik eserler Hoyran okul bahçesindedir. Bu eserler Muma ve Bademli Kabristanı’nda da görülmekte olup, kabir taşı olarak kullanılmıştır.

Bu kiliselerle beraber aynı amaca hizmet eden Kuytu Dağ eteklerinde harabeye dönmüş bazı manastırlara da rastlanır. Bunlardan bir tanesi Senitalanı Yaylası, Alınoluk Tepesi eteğindeki iki üç hanelik yerleşim birimidir. Diğer bir manastır ise Çiçek Dağı eteğinde Karamıklı adı ile anılan düzlükte tahmini 15x30 m boyutunda beş altı odalı ve sarnıçlı harap bir bina yıkıntısının varlığıdır. Bu harabe içinde 20x40x80 cm boyutunda bir kitabe bulunmuş olup incelemeler sonucu ilk elde edildiği zaman yumuşak işlemeye elverişli sonradan sertleşme özelliğine sahip bir nevi taştır.

Bu kitabe de “Burada Kilise görevlisi........ yatmaktadır.” Yazılıdır. Kitabenin metni şöyledir:

TU ENЋ KİTE KONUL

Nð TF YET BYYE PCC

İncil’in Resullerin işleri bab 14 de Havarilerden Barnabas ve Pavlus’un Hıristiyanlığı yaymak için buralarda bir müddet dolaşıp gittikten sonra, Hıristiyanlığın yayılmasının devam ettirilmesi hususunda şakirtlerine buralarda manastırlar yapıldığı anlaşılıyor.

Kaleler

Anadolu Selçuklu Sultanı Kutulmuş’un oğlu Süleyman Şah’ın Anadolu içlerine yaptığı akınlar ve muzafferiyetlerinin bilhassa yöremizin bulunduğu Pisidya kalelerine yönelik olduğunu, bazı yazılı kaynaklardan öğreniyoruz.

“Konya’dan itibaren Anadolu’nun garb (batı) kısmındaki kale ve şehirlerin mühim kısmını da zaptetmişti” sözü, yapılan fetihlerin yöremize yönelik olduğunu gösterir. Buralarda 1079 veya 1080 milâdi yıllarında vuku bulmuş olduğu tahmin edilmektedir.

Yöremizin coğrafi yapısı icabı sarp ve dik tepeler üzerinde kurulan 10 adet kale birbiriyle uyum içinde olup, tüm bölgeye hakim oluşlarından dolayı bölge müstahkem mevki durumundadır. Pisidya uygarlığının izlerini taşıyan İyonlara, Romalılara ve Bizanslılara ait bu kaleler harap bir şekilde günümüze kadar gelmiştir. Bunlar kendi eski özel isimleriyle anılır.

Büyüklü – küçüklü çeşitli yükseklikteki tepeler üzerinde kurulan bu kalelerin adları şunlardır:

Mındıras (Eğrinas): Beyşehir Gölü kıyısında Kubad âbdâd Sarayı’na 2 km. mesafede bulunan bazen ada bazen da yarımada görünümünde olan Mındıras Kalesi 1213 m yükseklikte bir tepe üzerinde kurulmuştur. Alaaddin Keykubad zamanında yöre bu isimle yani Eğrinas adı ile anılmıştır. Şekil: 2.

Kestel: Yenişarbademli’nin 6 km batısında 1426 m yükseklikte kurulan bu kalenin sözlük anlamı (Küçükkale) veya Küçükhisar anlamında olup, çevresinde geniş yerleşim birimleri vardır.

Geledos – Kaledos – Dost Kalesi: Yenişarbademli’nin beş km. batısında 1775 m yükseklikteki bu kaleye, I. Mesud tarafından (1142) de yerli Rumlar ile göçebe Türkmenlerin dostca yaşamalarından dolayı, Kaledost – Dost Kalesi adı verilmiştir.

Kaletepe – Asar: Kurucaova Kasabasının bitişiğinde olan bu kale 1279 m yüksekliğinde olup, Kaletepe veya Asâr olarak da anılır. Asâr, eserler anlamı ile beraber nişan, alamet, emare anlamlarına da gelir.

Doğdu: Yenişarbademli’nin 4 km kuzeyinde olup, 1495 m yüksekliktedir. Bu kale ile Çataltepe Kalesi arasında 2 km.lik bir mesafe vardır.

Ortatepe: Yenişarbademli’nin bir km. kuzeyinde olup, 1200 m yüksekliktedir.

Dede: Yenişarbademli yerleşim bölgesi içinde olup, 1200 m yüksekliktedir.

Maltepe: Yenişarbademli’nin iki km batısında olup, 1250 m yüksekliktedir. Ayrıca bu tepeye bağlı güney yönünde genişçe bir yerleşim birimi mevcuttur.

Aktepe (Gavurharmanı): Yenişarbademli’nin 15 km kuzeyinde olup, 1700 m yüksekliktedir.

Kocatepe (Çataltepe) AKROPOL - AKROPOLİS

Yüksek şehir anlamına gelen Akropol, Yenişarbademli’nin 2 km kuzeyinde 1490 m yükseklikte yöreye hakim bir tepe üzerinde kurulmuştur. Surlarla çevrili olan bu kalenin içinde mevcut ikinci bir tepe üzerinde başka bir kale mevcuttur. Kale içinde 200-300 hanelik bir yerleşim birimi kaleyi tamamlar. Tepenin sarp ve uçurum olan yerleri hariç tüm Akropol surlarla çevrilidir. Arazinin yapısına göre bu Akropol’de iç ve dış kaleler kademeli olarak inşa edilmiştir. Kale içindeki ikinci bir tepe üzerinde kurulan ikinci bir kalenin bir kral sarayı olması muhtemeldir. Şekil: 1. Harap bir vaziyette olan bu kalede su depolarına ve mağaralara da rastlanır.

Tarihi bilgilere göre ateşli silahların olmadığı çağlarda savaş anında tepenin eteğinde düşmanla çarpışılır, gerekirse geri çekilerek kale içine girilirdi. Orada da tutunmak mümkün olmazsa savaş son anakalede verilirdi. Harita.3.

Yenişar’daki bu kaleden başka diğer kalelerin yapısı bazı farklarla hemen hemen bu kale ile uyum içinde olup, benzerlikleri vardır.

2- 1116-1146 YILLARI ARASI YENİŞAR’DA GÖRÜLEN BİZANS Ve SELÇUKLU MÜCADELESİ

“Anadolu Selçukluları’nın ilk kuruluş yıllarında Bizanslılara karşı yapılan fetihler, Bizans İmparatorluğu’nu ortadan kaldırmaya yönelik idi. 1080 yıllarında bu maksatla yöremize gelen Selçuklular, Batı Anadolu’nun fethini çabuklaştırmak için arızasız olan Firigya yollarını kullanmış, bundan böyle de Toros dağlarının yüksek kolları ile kapalı olan derin uçurumları, yüksek yaylaları, yalçın vadileri bulunan Pisidya kıtası Selçuklu saldırılarından masun kalmıştı.”

Toros Dağları’nın yüksek kolu olan Anamas Dağları, yaylaları ve bunlar üzerinde mevcut Bizans Kaleleri zaman zaman Bizanslılarla Selçuklular arasında el değiştirerek 1080 yılından 1142 yılına kadar sürmüştür. Bu gecikmenin başlıca sebeplerini arazinin coğrafi yapısı ile Haçlı ordularının saldırılarını gösterebiliriz. Haçlı ordularının saldırısı durunca Selçukluların İskân ettikleri Türkmen kabileleri bulundukları yerde kuvvet kazanmış, etrafındaki Bizans yerleşim birimlerine karşı fetihlerini sürdürmüşlerdir. Bununla beraber Selçuklu Devleti eyaletlere ayrılmış olup, bölgemiz bizzat doğrudan Kutulmuş oğlu Süleyman Şah’ın idaresindeydi. Süleyman Şah’tan sonra Türkiye şehzadelerinin hepsi “Melik” unvanını takınmışlardır.

Yöremizde bulunan Gorgorum Kentine ait on adet kale ve çevresi Sultan I. Mesut zamanında 1142’de tamamen Selçukluların eline geçmişti. Bu yıllarda ve bu yıllardan önce bazı yazılı kaynaklar bize şu bilgileri vermektedir:

“...Sultan Mesud’un 1116/1155 tahta çıkışından bir müddet sonra, İmparator Alekxis’in ve yerine oğlu Yuhannis (1118-1143)’in geçmesi üzerine iki taraf arasında tekrar savaşlar başladı. Türklerin Batı Anadolu’da ve Antakya taraflarında akınları devam ettiğinden İmparator 1120 veya 1121 yılında sefere çıktı. Uluborlu (Sosopolis) Kalesini almanın zorunluğunu düşünen İmparatorun kaleye karşı gönderdiği küçük bir kuvvet sahte bir ricatla geri çekilmekle şehirde bulunan Türk garnizonu durumu kavramadan düşmanı takip hatasına düştü ve büyük Bizans ordusu, Uluborlu’dan BEYŞEHİR GÖLÜ CİVARINA ve oradan da Antalya havalisine giderek, Türklerden bir çok yerleri aldı.

Peçeneklerin Balkanlarda yaptığı akınlar, Yuhannis’i Anadolu’dan dönmeye mecbur etti. Bu dönüşten faydalanan Sultan Mes’ûd tekrar fetihlere başladı.

Bizans İmparatoru Yuannis, ikinci defa Sultan Mesud’un Anadolu’da istilalarına son vermek için 1139 baharında büyük bir ordu ile harekete geçti. Sefer sırasında Türkler tarafından ağır kayıplara uğrayan Yuannis 1141 yılında İstanbul’a döndü.”

Bizans ordusunun Uluborlu’dan çıkıp BEYŞEHİR GÖLÜ civarına gelmeleri manidardır. Zira o çağlarda Beyşehir Gölü’nün batı kesimi tabiî yapısı ve kaleleri ile müstahkem bir mevki durumundadır.

1120-1141 yılları arasında zaman zaman zuhur eden Türk akıncılarının yanında beraber gelen göçebe Türkmenlerin, yerli Rum halkına gösterdikleri sıcak ilgi, Rum tebaasının Türklere karşı yaklaşmasına vesile olmuştur.

“....İskenderiye Patrikleri Tarihi I. Mesud (1116-1156) hakkında “Sultan Mes’ûd 1141 yılında Bizanslıların çıkmış olduğu seferde başarısız bir şekilde geriye çekilmelerinden faydalanarak Panfilya havalisini istilaya girişti; Uluborlu’yu (Sozopolis) kuşattı; Türk akıncıları Antalya civarına kadar ilerledi. Zaptettiği yerlerin yani tebaasının çoğu Rum’du. Rumlar Mes’ûd’un iyi idaresi ve adaleti dolayısıyla onun idaresinde yaşamayı tercih ettiler” der. Nitekim Bizans kaynakları da bu hususu teyit eder.

Bu durum imparatoru 1141 baharında tekrar sefere çıkmaya mecbur etti. Bizans ordusu “BEYŞEHİR GÖLÜ CİVARINA” kadar ilerleyip İstanbul-Antalya yolunu emniyete almak istiyordu. Fakat bu havalinin (Yenişar) Hıristiyan halkı Türklerle dostluk ve ticaret yapmakta, onların adetlerine uymuş bulunmakta idi. Bu sebeple Yuannis’e itaatı red ve kendisine hakaret ettiler. İmparator Beyşehir (Karalis) Gölü adalarına sığınan ve Sultan Mes’ûd’a bağlı kalan halkı tenkile karar verdi; gemiler inşa ederek adalara asker sevketti. Gemilerin bir kısmı fırtınada battı ise de, adalar da işgal edildi. Sultanı tercih eden halkı Konya’ya tard eyledi. Bundan sonra yoluna devamla Antalya’dan Kilikya’ya varan imparator, orada 1143’de öldü. Sultan Mes’ûd’un buraları istila ettiğine dair kayıtlar bu seferin bazı akisleridir.

“....Konya Sultanı bölgeye (Göller Bölgesi) yığılan Türklerin desteği ile Uluborlu’yu kuşatır. Antalya yolunu tehdit eder. İmparator (1142)’de Uluborlu’yu kuşatan Türkmen’i sürmek ve Antalya yolunu açmak amacı ile yeniden sefere çıkar. BEYŞEHİR GÖLÜ’ne değin ilerler. BEYŞEHİR GÖLÜ adalarında yaşayan Rum halkı Türklerden yana çıkar. İmparatora karşı direnir. İmparator adaları zorla alır. Türk yanlısı Rumları cezalandırır. Rumların İmparatora direnişi; ilk zamanların öldürme, köle alma, köylerden kovma, tarım arazisini otlağa dönüştürme olaylarından sonra, Türkmen ve Rum köyleri arasında bir yakınlaşmanın doğması ve yarı göçebe hayvancı ile tarımcı arasında ticari ilişkilerin gelişmesi sonucudur. Böylece Anadolu’da Türkmen yerleşmesi sağlamlık kazanmaya ve Bizans İmparatoru, kendine ait saydığı ülkeler hakkında yabancılaşmaya başlar...”

“...Mada Adası aynı zamanda tarihi bir ehemmiyete haiz bulunmaktadır. Bu adanın eski PASGUSA veya PANGUSA adası olması ihtimal dahilindedir. Burada (1142) tarihinde Selçuklu Türkleri ile Komenus Johannes arasında muharebeler olmuştur. Şekil: 12, Harita:2.

Bu yazılardan anlaşıldığına göre Yöremiz Yenişar’da zuhur eden Türk İslâm fetihçilerinin davranışları bir zorbalık hareketi olmayıp, maddi ve manevi yaraları sevgi, hoşgörü ve yardımlaşmaya dayanan gönül fetihçilerinin davranışlarıdır. Kısaca; “Bu topraklar İmparatorların değil, Allah’ındır” diyerek yöre halkının zalimlerin elinden kurtarılması hususunda yapılan bir ameliyedir.

Burada görülen ayrı dil ve dinlere mensup insanların kucak kucağa dostça yaşamaları çağımız insanlarını hayrete düşürecek niteliktedir. Bu yüzdendir ki; Sultan Mes’ûd, bu yöreye DOSTİLİ adını verme mazhariyetinde bulunmuşlardır. Bu olay daha sonraları gelen Selçuklu Sultanlarının da ilgisini çekmiş olup, Alaaddin Keykubat zamanında yapılan Kubad-âbâd Sarayı Çinlilerin de en güzel şekilde sembolize edilmiştir. San’at tarihi bakımından bir daha benzeri bulunmayan çini üzerindeki bu simge iki kuşun karşılıklı konuşması şeklindedir. Şekil:22.

Yöremiz Yenişar’da, İslâm öncesi çağlardan kalma yedi kaleden biri de GELENDOS Kalesi’dir. 1142’de Bizanslılar dönemindeki adı bilinmemekle beraber bugün burası GELEDOS - KALEDOS – DOSKALESİ adı ile anılmaktadır. Bu da bize gösteriyor ki; DOSTİLİ ismi ile kastedilen mahallin Yenişar olduğu şeklindeki kanaatimizi doğrulamaktadır.

“... 1146 yılında Selçuklu Sultanı Mes’ûd ile Bizans İmparatoru Manuel arasında Konya’da yapılan muharebede yenilen Bizans askerlerinin Karalis Gölü (BEYŞEHİR GÖLÜ) üzerinden çekilerek derlenip toparlandıktan sonra, Sultan Mes’ûd’a saf haline geçeceğini ve gelecek yıl tekrar sefere çıkacağını söylemiştir....”

Bu yazıdan da anlaşılacağı üzere Türklerle yapılan bu savaşta Bizans ordusu yenik düşerek bozguna uğramış panik halinde geriye çekilirken Beyşehir havalisinde de tutunamayıp, göl üzerinden çekilip, gölün batı tarafında derlenip toparlanmışlardır. Burada kendine gelen Manuel, bu acı yenilgiyi kabul etmeyerek gelecek yıl tekrar sefere çıkacağını söylemiştir.

Böylece, Manuel’in büyük bir iddia ile giriştiği bu sefer, babasının seferinden de daha uğursuz bir netice vermiştir.

3- ANADOLU SELÇUKLU DÖNEMİ OLAN 1227-1250 YILLARI ARASINDA YENİŞAR’DAKİ KUBAD –ÂBÂD VİLAYETİ

13. yüzyılda yaşamış İbn-i Bibi Selçukname adlı kitabında öve öve bitiremediği, adı bilinip kendisi nerede olduğu bilinmeyen EGRİNAS ve KUBAD –ÂBÂD neresi? 1949 yılına kadar araştırmacılar bu yeri, Akdeniz sahillerinde, Kayseri’de, Erzurum’da, hatta Erzincan’da olduğu varsayımı ile araştırmalar yapmışlardır. Coğrafi yönden uğrak yeri olmayan Yenişar’da arananın bulunabileceğini tahayyül bile etmemişlerdir.

1935 yıllarında İlköğretim Müfettişi Tahir Erdem, Yenişarbademli İlkokulu’nu teftişleri sırasında Yenişar’da “Yurt araştırmaları” adı altında araştırmalar yapmış, tam olmasa da Yenişar’da Anadolu Selçuklularına ait büyük bir medeniyetin varlığını ortaya çıkarmıştı. “Tol Öreni” başlığı altında kaleme alınan bu yazıda, Kubad –âbâd’a ait bir kitabe ile beraber, taş işlemeleri ve çinilere ait fotoğraflara da yer vermişti.

Yakın zamana kadar, Tol Öreni olarak bilinen bu yerin iç duvarlarının onda biri çinilerle kaplı olup, çobanlar tarafından koyun ağılı olarak kullanılırdı.

1949 yıllarında Konya Müzeler Müdürü merhum M. Zeki Oral ile Yenişar’ın geçmişi hakkında bilgi edinmek için köyleri dolaştık. Bu arada sık sık GORGORUM yer adı ile anılan bir yerin buralarda olup olmadığını soruyor ve mahiyetini benden gizliyordu.

Muma ve Kürtler’den elde ettiğimiz ferman ve hüccetleri okuyarak kendi doğrultusunda not aldı. Daha önceleri Tahir Erdem tarafından tam okunamayan Kitabeyi okudu. Benden de Antik Çağlara ait birkaç tarihi eserleri alıp Konya Müzesine vermek üzere götürdü.

Yenişarbademli – Pınarbaşı Mahallesi Cami Kapısı üzerindeki okunan kitabe Selçuklu Sultanı Alâaddin Keykubat zamanında Kubad –âbâd Valisi Sav-Taş tarafından 633 Hicri Ramazan 1235, Milâdî (Mayıs) ayında Kubad –âbâd’da yapılan caminin kitabesidir. Şekil: 20.

0.40x0.41 m boyutunda olan bu kitabenin birinci satırı Cin Sûresi’nin 18. Ayeti’dir. Türkçesi: “Mescitler Allah’ındır. Allah ile beraber başkalarına dua etmeyiniz” Diğer satırın Türkçesi ise: “Bu mescit Sultanların yücesi Keyhüsrev oğlu Alâ’üd-din Keykubad’ın – Allah Sultanlığını sürekli kılsın – Devletli günlerinde kulların zayıfı ve Kubad –âbâd Valisi olan Bedr ud-din Sutaş tarafından 633 Hicri yılı Ramazan ayında yapıldı” denilmektedir.

Merhum M. Zeki Oral bu çalışmalarını Konya Anıt Dergisi Sayı 10, Sayfa 223, Kasım 1949 da “Kubad-âbâd Bulundu” başlığı ile kaleme aldığı yazıda ispatlamış oldu ve böylece yıllarca aranan Kubad-âbâd Yenişar’da meydana çıktı.

13. yüzyılda yaşamış ünlü tarihçi İbn-i Bibi Selçuknamesi’nde Yenişar hakkında şöyle diyordu:

“Hilkatin görünmeyen süsleyicileri, ilkbahar gelininin yakasına misk ve cebine gül doldurdukları bir zamanda; Anadolu Selçuklularının en Kudretli Sultanı Alaaddin Keykubat 1.1227 yılında Süleyman Peygamber gibi mesafeleri yutan, yok eden asil at üzerinde Antalya’ya gider iken Egrinas’a (Yenişar) uğradı. Orada öyle bir mesire gördü ki, eğer cennetin bekçisi bu mevkie yetişebilseydi, cennetten ayrılır, hayretle parmağını ısırırdı. Toprağı yeşilliklerden firuze renkli, lâleleri kan damlaları idi. Pınarlarının her köşesinden su yerine sanki gül suyu yahut berrak göz yaşı akıyordu. Havası misk kokulu, zemini nakışlı, her tarafı çeşitli kuşlarla dolu idi. Bir tarafta süt gibi tatlı, Çin ipekleri gibi dalgalı yeşil bir deniz, içinde meyve ağaçları ile süslenmiş yakın bir ada vardı. Denize doğru akan bir pınar vardı ki gören ihtiyarlar gençleşirdi. Sultan o zaman av emiri ve mimarı olan Sa-deddin Köpek’e burada şenliği cennetin harmanı ile beraber, Safası Sedeyr ve Havarnak Sarayını geride bırakan bir bina yükselmesini emretti. Alaaddin kendi fikrine göre yapılacak binanın projesini çizdi ve her bir noktasında bir saray yeri tespit etti. Sa-deddin Köpek, lâtif ve gönül okşayıcı şekillerle yuvarlak kemer üzerinde yüksek kubbeleri feleğin yüce kümbeti ile beraber görünür firuze ve lâcivert nakışlı döşe meleri ile semanın firuze renkli

çehresini maileştiren, temaşa cana canlar katan bir sarayın inşasına başladı. Lâtif kızoğlan kızların ruhlarından daha ziynetli, Kanaat Sahrasından daha geniş, istenildiğinden daha mükemmel olan bu saray kısa bir müddet içinde Sultan’ın arzusu veçhile ikmal edildi. Alaaddin Keykubat sarayı beğendikten ve birkaç gün içinde oturduktan sonra dizginini Antalya ve Alaiyye tarafına çevirdi.”

İbn-i Bibi’nin bu yazısını Osmanlı Padişahlarından II. Murad adına Türkçeye çeviren Yazıcı Zade Ali aynı görüşü koruyarak şu manzum şiirleri yazmıştır.

Yeşil bir deniz tatlu nâmend-i sir

Yüzü mevceden misl-i Çini-i hazır

(Süt gibi tatlı yemyeşil bir deniz, Yüzünün dalgaları Çin ipeklisi gibidir.)

Cezirey di içi yemiş-i bi şumar

Hem ağaçlarıydı Kamu meyvadar.

(Bir ada ki içinde sayısız yemişler var. Ağaçların hepsi de meyvelidir)

Her arada bir çelme misl-i gülâb

Sanaydın hayat âbıydı ne âb!

(Her yerde gül suyu gibi pınarlar vardı. Hem ne sulardı bunlar. Ab-ı hayat -dirlik suyu- sanırdın).

Hem olmuşdu bir çeşme bâre revan

Ki pir anı görseydi olaydı civan

(Burada denize akan bir pınar var idi. Bir ihtiyar onu görse derhal gençleşir!...)

Zemin idi pür sebz-i firuze gûn

İçindeydi lâl nokte hay-i hûn

(Yer firuze renkli, yemyeşil idi. İçindeki lâleler de kan noktalarına benzerdi.)

Önünde idi bir bağ misil-i bihişt

Ki onun gibi görmemiştir sirist

(O sarayın önünde cennet gibi bir bağ var idi ki; Yaradılış bunun gibisini görmemiştir)

Soğuk nahcileyin mey gibi müşk-buz

(Su buz gibi soğuk ve şarap gibi güzel kokulu).

Kubâd-âbâd Sarayı:

Beyşehir Gölü’nün kuzeybatı kıyısına kurulmuş, Anadolu Selçukluları dönemi sivil yapılarının en ünlü ve sanat tarihi açısından önemli yapılardandır. I. Aladdin Keykubad’ın buyruğuyla, 1236’da veziri mimar ve nakkaş Sadeddin Köpek yaptırmıştır. 1949’da çevrede araştırmalar yapan M. Zeki Oral’ın bulduğu çini kalıntılarından sonra, 1956’da Mehmet Önder çalışmaları sürdürmüştür. 1965-1968 arasında K. Otta Dorn başkanlığındaki kazılardaysa 5.200 m²’lik alanı kaplayan Selçuklu kenti tümüyle ortaya çıkarılmıştır. Çit duvarına benzer alçak bir sur içinde Büyük Saray, Küçük Saray (Vezir Sarayı) Ferdevs (Paradeison) Av Hayvanları Parkı, Büyük Saray altında sultan kayıklarının ya da küçük yelkenlerin yanaşabileceği iki gözlü küçük bir tersane ve 16 yapı kalıntısı bulunmaktadır. Bunlar arasında bir mescit, hamamlar, fırın ve mutfak, kışla kapısı, depolar ve ahırlar vardır. Şekil: 19.

 

Büyük Saray, 50x35 m ölçülerindedir. Güney ve doğusu odalarla çevrili düzgün taş döşeli büyük avludan asıl saraya geçilmektedir. Burası, büyük salon tuğla döşeli yüksek taht salonu, harem ve konuk odalarından oluşmaktadır. Bakışıksız plânlı yapıda, belli bir düzen gözetilmemiştir. Yapı, 50x55 m ölçülerinde büyük bir terasla göle uzanmaktadır. Büyük Saray kazılarında ortaya çıkarılan alçı ve çini süslemeler, bezeme sanatının gelişimini belgeleyen önemli örneklerdir. Taş işlemeciliğinin yaygın olduğu Anadolu Selçuklu mimarisinde, alçı süsleme, özellikle saray yapılarında kullanılmıştır. Bu alçıların figürlü oluşu ilginçtir. Kalıplama tekniğiyle, hafif kabartmalı insan ve hayvan figürleri işlenmiştir. Alçıdan nişli duvar rafları, geometrik geçmeler, rozetler, uzun kuyruklu tavus kuşlarıyla bezenmiştir. Atlı av sahnesinin işlemeli bir pano, Anadolu Selçuklu dönemi alçı süslemesinin başarılı örneklerindendir. Şekil: 22-23.

Yeni tekniklerin denendiği çini bezemeler, sarayın büyük salonunda insütü (yerinde) olarak ortaya çıkarılmıştır. (Bak Kubad-âbâd çinileri). Tüm çiniler, çevredeki fırınlarda dönemin usta sanatçılarınca sır altı ve lüster (sır üstü) teknikle yapılmıştır. Alçı ve çini buluntuların tümü Konya Karatay Medresesi müzesinde sergilenmektedir.

Kubâd-âbâd Çinileri

“Saray Sedir ağaçları, en güzel kokulu kır çiçekleri, çimlerle örtülü tepelerin arasında, başları karlı Anamas Dağları’nın eteklerinde firuze renkli gölün kenarında kurulmuştur. Bu cennet parçasında yükselen saray kalın duvarları içinde bir başka cennet parçası saklanmaktaydı. Taht salonu ve birbirine bağlanan büyüklü küçüklü odalar devrenin en güzel çinileriyle süslenmişti. (Şekil: 19,0)

Eskiden duvarları iki metreye kadar kaplayan çiniler 23 cm çapında yıldız biçimlidir. Beyaz zeminli yıldızların içinde bir masal kitabı gibi çeşitli figürler sıralanır. Yıldız çinileri, arabesklerle süslü firuze ve patlıcan moru haç biçimi çiniler birbirine bağlanmaktadır. Yıldız ve haçların desen, renk bakımından ritmik değişimi duvarlara ayrı bir canlılık kazandırmaktaydı.

Bir düş dünyası gibi gözler önüne serilen figürlü çiniler av eğlencelerini, tılsımlı büyülü inançları ve bunların arasında sultanın kendisini, saray ileri gelenlerini, hizmetkârları canlandırır. Sultan ve saray erkanı, zengin desenli benekli veya yollu mor, lâcivert, firuze kaftanları ile bağdaş kurmuş otururken görülürler. Hizmetkârlar ayakta meyveler, av hayvanları, içki sürahileri taşırken resmedilmiş. Uzun saçlar başta çeşit çeşit başlıklar nale, iri gözler, keman kaşlar, ufak ağız ve dolgun yanaklarla figürler belli bir ideal yüz şemasını aksettirmektedir. Figürlerin elinde çok zaman sonsuz hayatı, cenneti sembolize eden bir nar veya haşhaş dalları görülür. Etraflarına serpiştirilmiş nar veya haşhaş dalları, arabeskler, desene başka bir zenginlik katar. Yer yer bu sarayların yanında kadeh, sürahi de canlandırılmıştır. Ünlü Selçuklu devre tarihçisi İbni Bibi, anlata anlata bitiremediği içki alemleri bu tasvirlerle hayat bulmaktadır.

Sefenkölen, sirenler sultana eş yüzlü başlarında taçları ve sultan elbisesini hatırlatan lâcivert patlıcan moru ve benekli gövdeleri, süslü kuyruklarıyla bu duvarlara tılsımlı bir masal dünyasını yansıtır. İnanışa göre büyülü, tılsımlı, koruyucu, uğur getirici yaratıklardır bunlar. Çift ve tek başlı kartallar bu efsane dünyasını daha da zenginleştirir. Kartal İbni Bibi’ye göre de koruyucu kanatlarını sarayın üstüne seren, sultanı koruyan, ona kudret, kuvvet, aydınlık ihsan eden bir semboldü. Bazı örneklerde siyah gövdesinde taşıdığı kocaman “Es Sultani” yazısı ile sultanın kendisini bütün kuvveti ve ihtişamı ile temsil eder. Duvarlarda sık sık göze çarpan karşılıklı çift ve tek tavuslar sarayın cennet parçasından bir parça olduğunu hatırlatır. Sonsuz hayat ve cennet sembolü olan bu güzel kuş, siyah, lâcivert, mor, yeşil, eflatun, renk renk yükselen zengin kuyruğu ile sarayı süsler. Tavusların etrafını yine nar veya haşhaş dalları, arabeskler çevirir.

Karşılıklı çift tavus figürleri arasında stilize dal şeklinde sunulan hayat ağacı tasvirleri Kubad-âbâd sembol dünyasına zenginlik katar. Hayat ağacı ve kuşlar, öbür dünyaya ulaştırıcı araçlar olarak hayal edilir. Şaman geleneklerinden kaynaklanan bu motif sık sık tekrarlanır.

Bu sihirli masal dünyasından ayrılan bakışlar kaçışan, zıplayan çeşitli av hayvanları ile dolu başka bir dünya ile karşılaşır. Aynı siyah, mor, lâcivert, yer yer mavi firuze, eflatun renkleriyle av köpekleri, tilkiler, kurtlar, tavşanlar, antiloplar, yaban dağ keçisi, yaban eşeği, ayı, aslan, at, şahin, doğan gibi avcı kuşlar, tek ve çift kuşlar, nar ve haşhaş dalları, arabeskleri arasında bu cümbüşe katılır. Bunlar hükümdarın av bahçesini dolduran, kıvrak hareketleri, yer yer geriye dönük bakışları ile kaçışan hayvanlardır. Stilize yaratılışlarında ifade gücü espri anlayışı bizi hayranlıktan hayranlığa götürür. Daha ender olarak rastlanan bitkisel dekorlu veya yazılı çiniler figürlü örneklerin arasında değişiklik kazandırır.” Şekil: 22, 23.

Kubâd-âbâd Saray’ında Yaşantı ve Burada Meydana Gelen Olaylar:

“Alaaddin Keykubat kışı, Akdeniz sahillerinde geçirip, 1228 senesi baharında Erzincan seferi için Konya ve Kayseri’ye dönerken yolda KUBAD-ÂBÂD’a uğradı. İnşaatın tamamlandığını gördü ve çok beğendi. Burada da avlanıp kûy ve çevgen oynamakla bir ay kaldı. Sultan her sene Akdeniz sahillerine gider ve oradan dönerken bir müddet de KUBAD-ÂBÂD’da yaşar, eğlenir ve dinlenirdi. Cihan Padişahı tekrar Akdeniz sahillerine dönerken, narenciye ağaçları, meyve ve çiçek kokuları içinde Antalya’ya girerdi...”

“...Alaaddin Keykubat Erzurum ve havalisini (Şaltuk-ili) kendi topraklarına katınca Kayseri’ye döndü. Orada durmayıp süratle Alaiye’ye vardı. Oradan da Antalya ve KUBAD-ÂBÂD’a geçti. Halifeden, Eyûbî hükümdarlarından gelen elçilerin ve emirlerin tebriklerini burada kabul etti. Bu elçilerden biri de tarihçi K. İbnul Adimi idi.

“....Alaaddin Keykubad, Moğollar ardından gönderdiği kemaleddin Kamyar’ı ve ordunun akibetini endişe ile beklerken, Kamyar ve Çavlı’nın bu münasebetle Gürcistan’a girdiklerini, zafer ve ganimetle döndüklerini öğrendi; çok memnun oldu. Kemaleddin Kamyar’ı KUBAD-ÂBÂD’da kabul ettikten sonra Antalya ve Alaiye’ye hareket etti...”

“...Alaaddin Keykubad iki evli idi. Birinci ailesi Mehpare Hatun olup, bundan Gıyaseddin Keynüsrev adında bir oğlu oldu. Sultanlık hakkı babasından sonra bunundu. İkinci ailesi ise Melike-i Adiliye olup, bundan da İzzeddin Kılıçaslan ile Rükneddin adlı iki oğlu dünyaya geldi. Melike-i Adiliye Eyubilerden olup, Sultan bu kadını çok seviyordu. KUBAD-ÂBÂD sarayını bu kadına tahsis etmişti. Arzularını tereddüdsüz yerine getiriyordu. Bu kadın Alaaddin Keykubad’a nüfus ederek kendisinden doğan İzzeddin Kılıçaslan’ı Veliaht tayin ettirdi.

Alaaddin Keykubad, birinci ailesinden olan Gıyaseddin Keyhüsrev’i de Erzincan eyaletine göndererek merkezden (Kubad-âbâd’dan) uzaklaştırdı. Bu duruma kızan Gıyaseddin babasına ve bilhassa üvey anası Melike-i Adiliye’ye büyük kin beslemeye başladı.

Alaaddin Keykubad’ın veziri aynı zamanda Kubad-âbâd sarayı mimarı Saadeddin Köpek idi. Gıyaseddin Keyhüsrev, Saadeddin Köpek’in mahirane oyunları ile babasını zehirletmek sureti ile öldürtüp tahta çıktı.

Saadeddin Köpek zalimane oyunlarına devamla üst düzeyde birçok devlet adamlarının hayatını ortadan kaldırma işlemine girişti. Melike-i Adiliye’yi Ankara’ya göndererek Türk usulüne göre yayın kirişi ile boğdurdu. Veliahd İzzeddin Kılıç Aslan ile diğer şehzade Rükneddin’i Uluborlu kalesine bizzat götürüp hapse koydu. Bir iftira tertip ederek Taceddin Pervane’yi Ankara meydanında recim sureti ile öldürttü. Yine büyük bir devlet adamı olan Kemaleddin Kamyar’ı zindana attırıp onun hayatına da son verdi.

“... Hakikatte Gıyâseddin Keyhüsrev, devlet adamlarının birer birer ortadan kalkması, sıranın kendisine de gelmesi ve nihayet efkârın kaynaşması karşısında çok inandığı hassa kölelerinden birini gizlice Sivas Subaşısı Hüsâmeddin Karaca’ya gönderip, bu mühim meselenin halli için süratle KUBAD-ÂBÂD’a gelmesini bildirdi. Karaca Sultan’ın bulunduğu KUBAD-ÂBÂD’a gelirken kendisinin şehre geceleyin gireceği haberini verdi ve bizzat Saadeddin Köpek’in misafiri oldu. Saadeddin Sultana mı geldiğini sorunca, Beylerbeğinin yakını olarak sizin izniniz olmadan onun hizmetine gidemeyeceğini söyledi ve kendisine tam itimad telkin etti. Saadeddin sabahleyin Sultan’ın huzuruna çıkarak Hüsameddin Karaca’nın da burada olduğunu ve el öpmek istediğini bildirdi. Nihayet birkaç gün süren bir misafirlikten sonra hazırlanan plâna göre, bir ziyafeti müteakip Köpek saraydan ayrılırken onun için ayağa kalkıp hürmet gösterir durumda bulunanlar hakikatte kendisine saldırdılar. Tertip muvaffak oldu ve bayraktar (emir-i alem) Togon (Azerbaycan) kılıcı ile Saadeddin’i parçaladı. Onun cesedi ibret olsun diye yüksek bir yerde kafes içinde asılıp halkın kini teskin edildi. Köpek, daha önce KUBAD-ÂBÂD müşrifi (Müfettişi) Kemal’i öldürüp astığı için aynı akibete kendisi de uğratıldı.

Saadeddin Köpek’in KUBAD-ÂBÂD’da imha edilmesi Sumeysat Seferini müteakip cereyan ettiğine göre, bu hadise 1238 milâdi yılında vuku bulmuş demektir.

Selçuklu devleti bu tehlikeli adamdan kurtulunca ikinci derecede oldukları için, öldürülmemiş ve kenarda kalmış kimseleri hizmete çağırdı. Bu icraattan sonra Sultan ve devlet erkânı memnun ve neşeli olarak, Kubad-âbâd’dan Konya’ya gittiler.

“...Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev devrinde Kubad-âbâd’ın ihtişamını sürdürdüğü bir gerçektir. 1240 milâdi yılında Baba İshak’ın emri üzerine Türkmenler Çekirge ve Karıncalar gibi kaynaşarak kendilerine uymayan Hıristiyan ve Müslümanları öldürmeye mallarını yağma etmeye başladılar. Selçuklu ordusu Babailerin bu saldırışı karşısında birçok yerlerde perişan duruma düştü. Türkler ilerledikçe ve zafer kazandıkça vilayetlerin göçebe Türkmenleri onlara katılmayı iman ve vazife icabı saydılar. Gıyaseddin Keyhüsrev bu kötü haberi alınca Konya’da kendisini emniyette hissetmemiş, korkusundan KUBAD-ÂBÂD’a kaçmıştır. Kubad-âbâd’da Beyşehir Gölü üzerinde bir adaya sığınıp huzura kavuşabilmiştir. Sultan burada iken Anadolu’da çok sevilen Mübarizeddin Armağan Şah’ı Amasya Subaşılığına tayin edip, Baba İshak’ı burada zaviyesinden çıkartıp kale burcuna astı ve böylece Selçuklular büyük bir beladan da kurtulmuş oldu.

“...II. İzzeddin Keykavus (1238-1278) Anadolu Selçuklu hükümdarlarının 12. sidir. II. Gıyasetdin Keyhüsrev’in oğlu olup, annesi Konya’lı bir Rum’dur. Babasının saltanatının ilk yıllarında KUBAD-ÂBÂD sarayında doğmuştur. 1246’da 8 yaşında tahta çıkan İzzeddin Keykavus 1246-1249 yıllarında Gorgorum vilayetindeki Kubad-âbâd’da bir müddet ikâmet etmiştir.

“...Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus ile Kılıç Aslan arasında saltanat kavgaları sürüp giderken Mengü Kagan ve Hülagu’nun yarlığı (ferman) ve kararlarına göre Selçuklu Devleti’ni, nihai bir hal çaresi olarak taksim edip, saltanat mücadelesine son vermiş bulunuyorlardı. 1254 yılında yapılan bu taksimden sonra II. İzzeddin Keykavus, karısı, çocukları, Hıristiyan dayıları Kir Haye, Kir Kedid ile Konya’yı bırakıp KUBAD-ÂBÂD’a gelip eğlenceye daldılar.

“...1258’de Hülagu zamanında evvelce Sultanlara ödünç olarak verilen paraların ve kesimlerin tahsiline elçi olarak gönderilen Tükelek Yahşi ile Tacüddin Mütez Selçuklu diyarına gönderilmişti.

Bu sırada Sultan İzzeddin Rum milletinden olan Beylerbeyi (Kond Istabl)’ın tavsiyesi ile devlet merkezini Konya’dan Antalya yönünde bulunan Gorgorum’daki KUBAD-ÂBÂD sarayına naklederek burada yerleşmişlerdi.

Taciddin Mütez, Tükelek Yahşi ile birlikte Kubad-âbâd’daki sultanın yanına gitti. Borçlarla kesimleri istediler. Sultanın beceriksizliği ve KUBAD-ÂBÂD sevdası yüzünden (Kont Istabl)’ın telkinlerine uyarak bu tekliflere karşı çıktı. Kovularak geri çevrilen elçilerin fikirleri pervane (başbakan) tarafından incelendikten sonra şu neticeye varıldı; Sultan İzzeddin Konya’yı terk edip KUBAD-ÂBÂD’a yerleşmesinin maksadının, oradaki uç Türkleri ile söz birliği ederek isyan çıkarmak olduğunu ileri sürmüştü.

Bu olay Moğolların Anadolu’yu yakıp yıkan acımasız talanlarına yol açmıştır. İzzeddin işin ağırlığını anlayıp hemen KUBAD-ÂBÂD’dan kayalık dağ yollarından Alâiye’ye (Alanya) kaçtı. 1261. Şekil: 4. Oradan da Gıyaseddin Mes’ud Rükneddin Keyumres adlı iki oğlu yakınları ile gemilere binerek İstanbul’a gitti. Anasının kardeşi ve İstanbul (Bizans), Kayseri olan Mihail ona pek ziyade ikram eylemiştir...”

Alaaddin Keykubad zamanında sosyal ve iktisadi yönden gelişen yöre halkı yerli Rumların yanında göçebe yerleşik Türklerden teşekkül ediyordu. Bu arada bir çok Türk şehirleri tesis edilmiş olup, bu şehirlerin içinde Kubad-âbâd vilayeti de görülmektedir. Yine yöremizde Anadolu Selçuklu Sultanlarının bastırdıkları paralara da çok miktarda rastlanmaktadır. Şekil: 24, 25, 26, 27. Bu da bize iktisadi ve ticari yönden gelişmişliğin yüksek düzeyde olduğunu göstermektedir.

 

1260-1300 YILLARI ARASINDA “KUBAD-ÂBÂD’IN İSTİLAF ETTİĞİ (YERİNİ ALDIĞI) GORGORUM VİLAYETİ” HAKKINDAKİ YAZILAR

Tarihi süreç içinde hayatın görüntüsü asırdan asıra şekillendiğine göre bir zamanlar altın çağını yaşayan Yenişar’ın ikbalî uzun sürmemiş, Anadolu’nun birçok yerlerinde olduğu gibi Haçlı Seferleri, Moğol istilası ve Celali isyanları buraları da yerle bir etmiştir.

Toplum düzeninden kopan halk, yaşamlarını sürdürmek için yörenin coğrafi yapısından faydalanarak, kuytu yerlerde küçük yerleşim birimleri halinde, bir kısmı da göçebecilikle yaşam kavgasına geçmişlerdir. Yine ayrıca Anadolu’nun başka yerlerinde çeşitli nedenlerle huzursuz olan ümera ve isyancılardan sıkışanların sığındığı ve saklandığı yer olmuştur.

1260-1300 yılları arasında yöremiz Yenişar’da bu nevi olayları dile getiren bazı yazılı kaynaklar ve yorumları şöyledir:

“...696 Hicri, 1296 Milâdi yılında Sultan 2. Mes’ûd zamanında isyan eden Baltu’yu üç bin kişi ile takip eden Kutluğ Şah, Baltu ile Kırşehir’de karşılaştı. İki taraftan çok kayıplar oldu. Baltu askerlerinden bir kısmının Kutluğ Şah tarafına geçtiğini görünce, mukavemet edemeyeceğini düşünerek kendisine bağlı birkaç bin askeri, mahiyeti bütün nakit, ecnas ve değerli eşyaları ile GORGORUM VİLAYET’ine geldi. Karga sürüleri gibi çevreye dağıldılar. Karamanlılarla aralarındaki sözleşme gereğince buralara gelen Baltu’yu korumak için Karaman Beyleri sözlerinde durmadı, anlaşmayı bozdular. Ansızın üzerine saldırdılar. Büyük küçük hiç kimseye aman vermediler. Kimisini soydular, kimisini darma-dağın ettiler. Güneşle yarışacak kadar eşsiz nice ay yüzlü, gönül kapıcı dilber kızları esir ettiler. Bazıları rüzgârın önüne katılan tozlar gibi öteye beriye dağıldılar. Burada da birkaç ay dolaştı. Uç Türklerinden de bir yardım görmeyince Sis kâfirlerine sığınmak zorunda kaldılar....”

Selçuklular döneminden önce de var olan GORGORUM antik kenti İslâm öncesi bir yerleşim birimi olup, Alaaddin Keykubat zamanında yerini Kubad-âbâd vilayetine bırakmıştır. Bununla beraber yöre bazı yazılı kaynaklarda Gorgorum vilayeti olarak da anılmaya devam edilmiştir.

1240 yıllarında 2. Gıyaseddin Keyhüsrev Babaî isyanında kaçarak Gorgorum’daki Cezire-i Kubad-âbâd’a (Kubad-âbâd adası) sığınmış.” Sözü Gorgorum’un yerini açık bir şekilde belirtmiştir.

“...Baltu’nun isyanından takriben iki yıl sonra yani 699 Hicri, 1299 milâdi yıllarında Sülemiş ikinci defa isyan etti. Duvar üstüne nakşedilmiş hayali bir gül gibi kokusu çıkmadı. Konya da tazyik görünce Sülemiş’in son sığındığı yer GORGORUM VİLAYETİ oldu. Bir zaman o taraflarda Çevgan önünde yuvarlanan top gibi öteye beriye atıldı ise de bir imdat göremediğinden idbar (perişanlık) halkası boğazına geçti. Sararmaya başlamış olan hayat güneşi felaket karanlığına gömüldü.

Konya Müzeler Müdürü merhum M. Zeki Oral, 1949 yıllarında Kubad-âbâd’ın yerini tespit için Yenişar’a geldiğinde şöyle bir mütalâada bulunmuştu: “Bu kayıtlara bakılırsa isyan eden Ümeranın (Amirler) sığındığı Gorgorum vilayeti dağlık ve sarp yerlerde olması ve aynı zamanda büyük ormanlarla kaplı olması icap ediyor” diyordu.

Bundan böyle GORGORUM, Kubad-âbâd sarayının olduğu yerde bulunması lâzımdır.

“... 691 Hicri, 1291 Milâdi yılı Muharrem ayı idi. Karaman Oğlu Ermenek’ten hareket ederek Konya, Larende tarafını yağmalamış, Beyşehir ve Gorgorum taraflarına yürümüşlerdi. 2. Sultan Mes’ûd bunlarla başa çıkamayacağını anlayınca keyfiyeti Argün Han’a bildirdi. Argun Han da bir ordu ile Keyhatu Han’ı Anadolu’ya gönderdi. Keyhatu Han GORGORUM ve Beyşehir ile Lârende arasındaki yolları tutarak Karaman Oğullarının bir çoklarını öldürdü.

Gurgurum Beyşehir ve Lârende derken bu üç yerleşim merkezinin adından ayrı ayrı bahsedilmiştir. Ayrıca başka bir yerde de “Kubâd-âbâd Gorgorum vilayetini istilaf etmiştir” denilmektedir.

“... 2. Mes’ûd Rebiyülevvel 695, Hicri 1295, Milâdi Salı günü Konya’da hükümdar oldu. Germiyan Oğulları ansızın Kütahya’dan GORGORUM vilayetine hücum ettiler. 2. Mes’ûd Germiyan Oğulları ile harp etmek üzere GORGORUM’a gitmiş idi. Sahip Fahr üd-din Konya’ya geldiği vakit Hükümdara iltihak etmek ve el öpmek üzere GORGORUM’a gitti. Germiyan Oğulları hadisesi henüz bertaraf edilmemişken bu sefer de Eşrefoğulları Gorgorum’dan Ilgın üzerine yürüdüler. Orada Balabanoğulları adında bir kumandan vardı. Eşrefoğulları’nı mağlup etti ve adamlarından ölenlerin başlarını Konya’ya gönderdi.

Diğer yazılar da olduğu gibi bu yazıda da konuya açıklık getiren şöyle bir görüş açısı mevcuttur: Germiyanoğulları Beyşehir’deki var olduğu kabul edilen Gorgorum vilayetine hücum etmişler ise, niçin Beyşehir’deki Eşrefoğulları bu hücuma müdahale etmemişlerdir? Ayrıca Germiyanoğulları’nın bu hücumundan etkilenmeyen Eşrefoğulları, bu baskın bertaraf edilmemişken Ilgın üzerine yürümelerine de imkân yoktur.

Eğer Beyşehir’e 10 km uzaklıktaki var olduğu kabul edilen Gorgorum vilayetine hücum edilseydi, Eşrefoğulları bu müdahaleden habersiz duruma düşmeyecekleri gibi kayıtsız da kalamazlardı. Bu mülahazalara göre Gorgorum vilayeti Eşrefoğulları’nın yerleşim yeri olan Beyşehri’ne hayli uzakta olmalı.

Prof. Dr. C. E. BOSWORTH’ın Türk İslâm Devletleri Tarihi adlı kitabının 299. sayfasında da:

“Selçuklu Veziri Fahr Ed-Din Ali’ye mensub Has Balaban’ın ordusu Eşrefoğulları üzerine gelmesi karşısında, Eşrefoğulları kendi merkezleri GORGORUM’a çekildiler” sözü bu görüşümüzü kuvvetlendirmektedir.

Ilgın’da yenilgiye uğrayan Eşrefoğulları’nın, merkezleri olan Beyşehir’e doğru çekilmeleri tabiîdir. Ilgın ile Beyşehir’in yakınlığı ve coğrafi yapısından dolayı takipten kurtulamayacağı gibi derlenip toparlanmaları da imkân haricidir. “Eşrefoğulları merkezleri olan Gorgorum’a çekildi” sözüne bakılırsa Gorgorum her türlü sığınmaya elverişli Beyşehir Gölü’nün batı tarafındaki Yenişar olmalı.

Kerimüddin Aksarayî ve Müsamere Tü’l-ahbar ve Müsâyeretü’l-ahyar adlı tercüme kitabının 155. sayfasında bu saray “Gorgorum’daki Kubad-âbâd sarı” şeklinde yazılmıştır.

,,

Daha önce değindiğimiz gibi “İzzeddin Keykavus (1246-1249) yıllarında Gorgorum vilayetindeki Kubad-âbâd’da bir müddet ikamet etmiştir” denilmektedir.

 

Prof. W. M. Ramsay Gorgorum’u Anadolu Tarihi Coğrafyası’nda GORGOROME olarak yazmıştır.

1300-1600 YILLARI ARASINDA YENİŞAR

Yöre, tarihi akış içinde 1310 yıllarından sonra çeşitli etkenlerden dolayı yavaş yavaş ikbalden düşmüş olup, tarihin nisyan perdesine gömülü kalmıştır.

1300-1600 yılları arasındaki mevcut tarihi bilgiler bazı yazılı kaynaklardan; 1600 yıllarından günümüze kadar olan tarihi bilgiler de, yöremizde bulunan el yazmalı belgelerden ve diğer kaynaklardan faydalanılarak yöre hakkında kısmen de olsa bazı gerçekler ortaya çıkarılmıştır.

Buna göre 1071 Malazgirt Meydan Muharebesinden sonra doğudan batıya Anadolu içlerine doğru sürekli Türkmen göçleri meydana geldiği görülüyor. Oğuz boylarına özgü bu göçler, aynı tarihte değil de, ayrı tarihlerde ayrı ayrı göç edip aynı yolları takip ettiklerini öğreniyoruz. Bu nedenle hangi boyun tam olarak nereye yerleştiği kesin olarak belli değildir. Bir boyun yerleştiği yerden birkaç yıl sonra ayrılıp başka yere göç ederek yerleştiği bilinen olaylar arasındadır.

Bu göçebe topluluklarından Beylik kurup da Yenişar’ı içine alan Eşrefoğulları, Hamitoğulları ve Dulkadiroğulları Beylikleri ve bu Beyliklerin yöremizde bıraktığı bazı izler, bazı yazılı belgeler ışığında şöyle bir görünüm arz etmektedir.

a) Eşrefoğulları (1280-1326)

1280 yılında Beyşehir Gölü ve çevresinde Beylik kuran eşrefoğulları 1308’e kadar Selçuklulara, sonra İlhanlılara tabî olmuşlardır. Beyşehri, Seydişehri, Ilgın, Akşehir ve Bolvadin’i içine alan Beylik İlhanlıların genel valisi Timurtaş tarafından 1326’da ortadan kaldırılmasıyla Karamonoğulları ve Hamidoğulları tarafından paylaşılmıştır.

“695 H. 1295 m. Yılında Beyliğin kuruluşu Seyfeddin Süleyman Bey Ilgın üzerine yürür. Orada Fahr-Ed-Din Ali’ye mensup Has Balaban’ın ordusu Eşrefoğulları’nı mağlup eder, adamlardan ölenlerin başını Konya’ya gönderir. Balaban’ın ordusu tarafından takip edilen Eşrefoğulları Beyşehir’den kendi merkezleri olan Kubad-âbâd’ın bulunduğu GORGORUM’A çekilirler”

“Gorgorum’daki Kubat abad sarayı” cümlesi Gorgorum’un nerede olduğu kesinlik kazanması yanında tabi”i yapısı ile de bir sığınma bölgesi olmasıdır.

B) Hamidoğulları (1280-1391)

1280 yılında Beyşehir Gölü ve çevresinde Beylik kuran eşrefoğulları 1308’e kadar Selçuklulara, sonra İlhanlılara tabî olmuşlardır. Beyşehri, Seydişehri, Ilgın, Akşehir ve Bolvadin’i içine alan Beylik İlhanlıların genel valisi Timurtaş tarafından 1326’da ortadan kaldırılmasıyla Karamonoğulları ve Hamidoğulları tarafından paylaşılmıştır.

“695 H. 1295 m. Yılında Beyliğin kuruluşu Seyfeddin Süleyman Bey Ilgın üzerine yürür. Orada Fahr-Ed-Din Ali’ye mensup Has Balaban’ın ordusu Eşrefoğulları’nı mağlup eder, adamlardan ölenlerin başını Konya’ya gönderir. Balaban’ın ordusu tarafından takip edilen Eşrefoğulları Beyşehir’den kendi merkezleri olan Kubad-âbâd’ın bulunduğu GORGORUM’A çekilirler”

“Gorgorum’daki Kubat abad sarayı” cümlesi Gorgorum’un nerede olduğu kesinlik kazanması yanında tabi”i yapısı ile de bir sığınma bölgesi olmasıdır.

B) Hamidoğulları (1280-1391)

1280 yılında Isparta ve havalisinde Beylik kuran Hamidoğulları 1280’den 1335’e kadar Selçuklulara ve İlhanlılara tabi olmuş, 1335’den 1374’e kadar da bağımsız yaşamıştır.

“1374’de 1. Sultan Murad Akşehir, Yalvaç, Beyşehri, Karaağaç, Seydişehri’ni 80.000 altun karşılığında Osmanlılara bırakmaya Hüseyin Bey’i mecbur etmiştir. Bu suretle bu tarihten sonra Beylik çok küçülmüş, Beyşehir Gölü’nün batısına çekilmiştir. 1391’de Yıldırım Bayezid ülkeyi Osmanlı beyliğine katmıştır. Timur, Hamidoğullarının bu şubesini, Ankara Muharebesinden sonra ihya etmiştir. Çünkü bu, Osmanlılar kadar Karamanlıların da aleyhine oluyordu...”

Bilindiği gibi Beyşehir Gölü batısındaki Yenişar’da Alaaddin Keykubad tarafından yaptırılan Kubad-âbâd sarayının Beylikler döneminde de kullanıldığı bir gerçektir. Bundan böyle bu saray Hamid Beyi, Hüseyin Bey tarafından kullanıldığı “Beylik Beyşehir Gölünün batısına çekildi” sözünden anlaşılıyor. Hüseyin Bey Selçuklularda olduğu gibi yazın Yenişar’da, kışın Alanya’da “1398 yılına kadar yaşamıştır.” Bu tarihten sonra oğlu Lâtif Bey geçmiş, bunun zamanında zuhur eden Yıldırım Beyazid ile Timur’un Ankara Savaşı’na müteakip, Timur’un oğulları 1403’te Eğridir’i düşürdükten sonra yoluna devamla Yenişar üzerinden Beyşehri’ne ulaşmıştır.

Timur’un Anadolu’daki diğer beylikleri ihya edip de Hamidoğulları’nı ihya etmemesi, Timur’un dostu olan Karamanlıların aleyhine olacağından kaynaklanmaktadır. Ayrıca Timur kuvvetlerince Kubad-âbâd sarayı tahribata uğramış olması düşünülebilir.

c) Anamaslu - Karahaculu

Yöremizle ilgili bazı yazılı kaynaklarda “Dulkadir eline bağlı Anamaslu (diğer adı Karacalu-Karahaculu) Oymağından” bahsedilmektedir.

Buna göre; 1515 yıllarında Dulkadir Beyliğinin Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı topraklarına katılması ile bu oymak yani Anamaslular yöremizdeki bulunan Anamas Dağlarında ve yaylalarında görülmektedirler. Öteden beri “İPSAHOROS” adını taşıyan bu dağlara Anamaslıların veya Karahaculuların buraya gelmeleri ve yaylak edinmeleri ile Anamas dağları ve yaylaları olarak isim almıştır. Yurdumuzun birçok yerlerinde olduğu gibi burada da yerleşim merkezinin adı, Oğuz boylarının adını taşımakta olup, Yenişar’daki mevcut bazı köylerin kökenleri bu oymaktan yani konar-göçerlerdendir.

Cevdet Türkay’ın “Başbakanlık Arşivi Belgelerine göre Osmanlı İmparatorluğunda Oymak aşiret Cemaatler” kitabının 202, 422. sayfalarında yöremizle ilgili şu kayıtlara rastlanmaktadır: “Alâiye (Alanya), Konya, Beyşehri, Hamid (Isparta), Sancaklarında konar-göçer Türkmân Yürükhâni taifesinden Anamaslı (Anamaslu), Anamaslu Benam Karahaculu Yürüğünün kayıtları vardır. Yöremizde izlerine rastladığımız bu oymağın varlığı günümüze kadar gelmiş olup, Anamas yaylalarında yaylayan Karahacılı Yürükleri olarak bilinmektedir.

Ayrıca: Şu anda Anamas yaylasının Çataloluk Mevkiîni yaylak edinen Sarıhabalı aşiretinin gerek yazılı belgeler, gerekse ayni aşiretten Serik-Sarıhabalı Köyünden Durmuş Aksay’ın verdiği bilgiler ışığında, Sarıhabaliların Karahaculıların bir kolu olduğu doğrultusundadır.

Her iki aşiretin zengin ortak kültürel varlıkları yanında bilhassa babadan oğula geçen Bey unvanları da günümüze kadar gelmesi ilginçtir. Bu cümleden olarak Veli Bey, Maksud Bey, Emin Bey, Yusuf Bey, .... gibi bazı Beyler bilinenler arasındadır.

d) 16. Yüzyılda Yenişehir (Yenişar) Nahiyesi (1485-1584)

Osmanlı Devletinin yükselme zamanına rastlayan bu dönem, Fatih Sultan Mehmet, İkinci Sultan Beyazıt, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman ve İkinci Sultan Selim’in Padişahlık dönemidir. Harita: 4.

Bu yüz yılda Beyşehir Sancağı’na bağlı Yenişehir nahiyesi ve köyleri hakkında belgeler ışığında şu bilgilere rastlamaktayız:

1- Bademli:

1507 yılında bu köyde; bir vakıf çiftliği, bir tımar çiftliği mevcut olup, Hacı Şadi adında bir kişi tımar sahibidir.

Örfi vergiler içinde görülen iki değirmen mevcut olup, biri Malanda’da bir bablı 20 akça vergili, biri Kozulca’da iki bablı 60 akça vergilidir.

2- Yenice:

1507 yılında bu köyde bir tımar çiftliği mevcut olup, Mehmed’in Halil adında iki kişi 1 tımar sahibidir.

Bu dönemde Nahiyenin merkez köyü Yenice olup, Kadı Nâibi genellikle bu köyde oturuyordu.

3- Kürtler (Pınarbaşı):

Yenişehir köyleri Pazar ihtiyaçlarını bu köyde kurulan hafta pazarından tedarik etmekteydiler.

1507 yılında piyade ve müsellemlerden 40 nefer ile 3351 üşür geliri vardır.

Vakıf eserlerinden bir zaviye mevcut olup, Şeyh İbrahim adında bir zata aittir.

1518 yılında bu köyde kayıtlı beş derviş olup, kabirleri halâ köy içinde birkaç ardıç topluluğu içindedir.

4- Muma (Gölkonak):

1507 yılında bir tımar çiftliği mevcut olup, Melikşah adında bir kişi tımar sahibidir. Yine bu yılda piyade ve müsellemlerden 4 nefer ile 474 üşür geliri vardır.

1518 yılında bu köyde kayıtlı dört derviş görülmekte olup, Hacı İbrahim ve oğlu Abdi’nin adı geçmektedir. 1584 yılında yedi neferden oluşan bu ailenin Ebu Eyyub-Ensari’nin soyundan olduğu eski defterlerde kayıtlıdır. Öşürden başka bütün vergilerden affedilmiştir. Bilindiği gibi Ebu Eyyup Halid b. Zeyid el-Ensari Haz. Muhammed’in Bayraktarı idi. 672 yılında İstanbul kuşatmasında şehit olmuştu. Mezarı Şeyh Akşemseddin tarafından keşfedilmiş ve 1458 yılında bu yere bir cami yaptırılmıştı. 1453 yılında İstanbul’un fethinden sonra Eyub-el Ensari’yi ziyaret etmek için Medine’den İstanbul’a gelen bu soyun Medine’ye geri dönmeyip, Fatih Sultan tarafından Muma’da iskan edildiği düşünülebilir.

Her halde Eyub Ensâri neslinden gelen bu zatların da kabirleri bu köyde olmalı düşüncesi ile araştırmalar yaptım. Köyün doğu yönünde mezarlıktan ayrı müstakil, halk tarafından bakımı sürdürülen bir kabristan topluluğuna rastladım. Halk tarafından itibar gören bu kabir topluluğu dini günlerle beraber başka günlerde de ziyaret edilir. Bu kabirlerin bu zatlara ait olması hususunda şüphem yoktur.

Bu kabirlerin ihyası dini ve milli bir borçtur.

Hoyran (Gölyaka):

 

 

1485 yılında 75 nüfus 40 ev, 1507 yılında 79 nüfus 64 ev, 1524 yılında 116 nüfus 84 ev, 1584 yılında 165 nüfus mevcuttur.

e) 1585 Yılı Sonlarına Doğru Hamid (Isparta) Sancağına Bağlı Yenişehir’de (Yenişar) Kurulan Irla Kazası.

 

 

*

1485

1507

1524

1584

Nüfus

Hane

Nüfus

Hane

Nüfus

Hane

Nüfus

Bademli

Yenice

Kürdler

Muma

Hoyran

Kuruca-ova

Şehirköy (Şarköy)

İsrailler

Keçilik

Küre

Keçili Yürük Cemaati

20

52

60

69

75

50

52

37

46

88

-

15

40

50

60

40

45

45

25

35

75

-

25

60

59

73

79

50

68

37

51

96

-

21

35

42

57

64

37

47

22

42

80

-

37

76

78

101

116

52

84

54

55

126

23

28

44

39

70

84

40

57

24

40

81

13

111

116

131

188

165

176

115

57

57

131

-

Mezarlar

Yeri

Malanda

Bu günkü Malanda

Aliler

Aliefendi yaylas

ında

Karaada

Bu günkü Karaada

Karagözp

ınarı

Yeri belli de

ğil

K

ızılada

Bu günkü K

ızılada

1-Hububat (galle) Üretimi

Y

ıl

Karaman Kilesi

Tahrir De

ğeri

Köy ve Mezra

1507

1518

1584

5493

4476

4340

19226

22380

21700

10 Köy+2 mezra

11 köy

10 köy

2-Bu

ğday Üretimi

Y

ıl

Karaman Kilesi

Tahrir De

ğeri

Köy ve Mezra

1584

2596

18172

10 köy

3-Arpa Üretimi

Y

ıl

Karaman Kilesi

Tahrir De

ğeri

Köy ve Mezra

1584

1176

11380

10 köy+1 ada+3 mezra

4-Yulaf ve Dar

ı (erzen) Üretimi

Y

ıl

Karaman Kilesi

Tahrir De

ğeri

Köy ve Mezra

1584

390

1950

2 köy

5- Bal

ık Üşürleri

Y

ıl

Açe

Köy Say

ısı

ıklama

1507

1518

1524

1484

20

20

20

20

1

1

1

1

Çizelgede gösterilen köy Yeni

şehir (Şarköy) dür.

6-Koyun Vergisi (resm-i ganem)

Y

ıl

Koyun

Akçe

ıklama

1507

1524

1584

4265

5730

6300

 

İki koyun bir akça tutarında

7-Kovan Ü

şürleri

Y

ıl

Açe

ıklama

1507

1524

1584

497

481

716

 

Bir kovan iki akça tutar

ında

8-Çift-resmi

Y

ıl

Akçe

ıklama

1507

1524

5098

5292

Bir çift 36 akça

Min çift 18 akça

9-Badiheva Vergisi

Y

ıl

Açe

ıklama

1507

1524

1584

2392

7320

3830

A’lâ 60 akça (zengin)

Evsat 40 akça (orta)

Fakir 20 akça

1507 yılında bu köyde dört tımar çiftliği mevcut olup, sahipleri Halil, Abdal, Abdurrahman ve Musa adlı kişilerdir. Ayrıca bir vakıf çiftliği vardır. Piyade ve müsellemlerden 5 nefer ile, 330 üşür geliri vardır. 1485 yılında 50 nüfus 45 ev, 1507 yılında 50 nüfus 37 ev, 1524 yılında 52 nüfus 40 ev, 1584 yılında 176 nüfus mevcuttur.

1507 yılında bu köyde bir tımar çiftliği mevcut olup, Dur Hoca adında bir kişi tımar sahibidir.

1518 yılında üç kişi, 1524 yılında bir kişi kayıtlarda, Sipahizade olarak görülüyor.

7- Şehirköy (Şarköy):

1485 yılında 52 nüfus 45 ev, 1507 yılında 68 nüfus 47 ev, 1524 yılında 84 nüfus 57 ev, 1584 yılında 115 nüfus mevcuttur.

Bu köyde bir cami ve bir mescitin var olması burada bir pazarın kurulması için köylülerce kanıt olarak gösterilmiştir.

1507 yılında piyade ve müsellemlerden 16 nefer 1281 üşür geliri vardır. Ayrıca bu köyde üç tımar çiftliği mevcut olup, Hamza, Ahmet b. Nebi, Turan Hoca adında üç kişi tımar sahibidir. Yine ayrıca bir vakıf çiftliği vardır.

1518 yılında defterde kayıtlı bir derviş ile Hacı (Hoca) Ömer dede adında iki zaviye sahibi vardır.

Burada oturan İbrahim Fakih’in oğlu Hacı Fakih köy mescidinin imamı olduğu için avarız vergisinden affedilmiştir, yalnız öşür verir.

Burada Şehzadenin 16 müsellemi vardır.

Ortadan kalkan bu köyün kabristanı halâ mevcut olup Şarköy mezarlığı olarak anılır. Şekil: 21. 1485 yılında 37 nüfus 25 ev, 1507 yılında 37 nüfus 22 ev, 1524 yılında 54 nüfus 24 ev, 1584 yılında 57 nüfus mevcuttur.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

8- İsrailler (Yakacık):

1507 yılında bu köyde iki tımar çiftliği mevcut olup, Çalabverdi ve Mahmud adında iki kişi tımar sahibidir. Ayrıca Bükçe adında bir vakıf çiftliği vardır. Ortadan kalkan bu köyün yeri Yenişarbademli’nin Dereağzı mevkiîndeki derenin iki yakasında kurulmuştur. Bu köyü ikiye ayıran derenin doğu yakası Yakacık mahallesidir. En son Yakacık mahallesi 1865 yılına kadar varlığını sürdürmüş olup, bu yıllarda, kalan üç evin Yenice Köyü’ne göçmesi ile köy tamamen ortadan kalkmıştır.

Geride Yakacık mezarlığı adı altında bir mezarlık ile mekence (mekânca) adında bir yurt bırakmışlardır. 1485 yılında 46 nüfus 35 ev, 1507 yılında 51 nüfus 42 ev, 1524 yılında 55 nüfus 40 ev, 1584 yılında 57 nüfus mevcuttur.

Burada bulunan Yahya oğlu Veli ile biraderi Cemal Kaşaklı (Yeşildağ) nahiyesinde Adaköy ile Salur Köyü arasındaki köprünün mütemadi tamirini yapmak suretiyle urfi ve divanî vergilerden muaftırlar.

Bu gün Yenişar’da böyle bir köy yoktur. Araştırmalar sonucu Kurucaova kasabasının güneyinde Keçilik mevkiî adı altında bir yer olup bu yerde köyün mezarlığına, ev yıkıntılarına ve yer yer badem ağaçları topluluğuna rastlanır. Bu badem ağaçları 1960 yıllarında halk tarafından odun olarak kesilerek varlığı sona ermiştir. 1485 yılında 88 nüfus 75 ev, 1507 yılında 96 nüfus 80 ev, 1524 yılında 126 nüfus 81 ev, 1584 yılında 131 nüfus mevcuttur.

Kadim yürüklerdendir ve Şehzadenin hassıdır. Ayrıca Keçilik aşiretinden 12 kişi vardır.

Köyde demir (küre) ocakları mevcut olup, onlar bu ocakları Fatih Sultan Mehmet zamanından beri işletmekteydiler. Köy halkı demirci olduklarından her yıl maktuen 120 batman demir verirlermiş. Her batman 12 akçaya alınırmış ve çıkardıkları demirin üşürünü sipahilerine öderlermiş. Madencilik işlerinde uğraştıkları için diğer vergilerden muaf tutulmuş, Keçili aşiretine mensup olan 12 kişi diğer yürükler gibi iktisadi kimlikleri çobancılık yani hayvancılık noktasında toplanmaktaydı. Madencilik işlerinde (odun, kömür vesaire temini), madenlerin eşkiyalardan korunmasında, eşkıya takiplerinde de yürükler önemli rol oynarlardı.

Bugün Yenişar’da böyle bir köy yoktur. Ancak adı ve kalıntıları ile yerini meydana çıkaran köy, Yenişarbademli- Şarkikaraağaç yolu üzerinde Beyşehir Gölü kıyısında Küre mevkiî adı ile anılan yerdedir. Köyün geçmişten günümüze kadar gelen ev yıkıntıları, kabristanı ile beraber birçok demir-döküm ocaklarının kalıntıları halâ mevcuttur.

16. Yüzyılda Beyşehir sancağına bağlı Yenişehir Nahiyesi ve Köyleri

 

 

 

 

16. Yüzyılda Beyşehir Sancağına Bağlı Yenişehir Nahiyesinin Üretim ve Vergi Göstergesi

 

 

 

Prof. Dr. Faruk Sümer’in Oğuzlar-Türkmenler kitabının çizelgeler bölümünde 1500 yılları sonlarına doğru Hamid (Isparta) sancağında görülen Oğuzlara ait Oymaklar, bu Oymakların adlarını taşıyan yerleşim birimleri, bağlı bulundukları kazalar gösterilmiştir. Bu yerleşim birimlerinin 6 tanesi henüz nerede olduğu bilinmeyen IRLA Kazasına bağlıdır. Şimdiye kadar bu kaza hakkında araştırmalar yapılmış ise de bilimsel olarak yeri tespit edilememiştir.

Yöremizde bulunan bazı kayıtlarda “Irla Kazası-Irla Nahiyesi” adı geçmektedir. Bu kayıtlara göre: Şarkikaraağaç-Yenişarbademli Pınarbaşı- mahallesi tapu defterinde “Irla” kaydı geçmekte olup, bu defter 1957 yılında aslına dayanılarak Arap harflerinden, Lâtin harflerine çeviri yapılmış, çevirenler tarafından da tasdik edilmiştir.

Bu kayıtlar içinde “Şarki Karaağaç’a bağlı Irla Kürd köyü” ile defterin baş tarafında “Irla Kürdler” ibaresi vardır. Bu kayıtlar Irla Kazasının yerini kesin olarak bildirmese de, bugünkü Yenişarbademli Pınarbaşı Mahallesi, eski adıyla Kürdler Köyünün olduğu yerde bulunduğunu imâ etmektedir.

Bu kazanın burada kurulması Yenişar’da dağılan köyler ile Anamas dağlarında yaylayan yürükleri vergi altına almak amacına yönelikti. Kaza mensuplarının Konar-göçer olması kazanın da kısa ömürlü olmasına sebep olmuştur.

Cevdet Türkay’ın “Başbakanlık Arşivi Belgelerine göre Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak Aşiret Cemaatler” kitabının 144 sayfasında Hamid (Isparta) Sancağında görülen Yürükhanî taifesinden Irlalu (Irlalı) cemaatinin Bulgaristan’daki Filibe Kazası (Paşasancağında) da görülüyor.

Yine 1600 yıllardan önce yöremizde görülen Anamaslu bir adı da Karahaculu’lar, 1868 tarihli (Def’al Salname-i Konya) kayıtlarında “Asî Karaağaç’a bağlı Yavice ma-a Irla, Yarıç ma-a Irla Nahiyesi” adı geçmektedir. Bilindiği gibi Asî Karaağaç’ın bugünkü adı Acıpayam, Yarıç’ın ise bugünkü adı Manavgat’a bağlı Beşkonak’tır.

Görüldüğü gibi Irla Kazasının mensuplarının konar-göçer oluşu, bundan böyle sürekli yer değiştirmeleri ve gittikleri yerde kayıt oldukları yerin (IRLA) kimlikleri ile adlandıkları ilginçtir.

Osmanlılarda görülen bu bozuk düzen sürüp giderken, tedbir olarak Osmanlı toprağının 1609 tarihinde 32 eyalete (Beylerbeyliğine) ayrıldığını görüyoruz. Bu değişiklik sonucu bu yıllarda yöremizde kurulan Irla Kazası hükmünü yitirmiş, bu kere de tekrar Beyşehir Sancağı Kaşaklı Kazasına Yenişehir Nahiyesi olarak bağlanmış olup, üç köyden müteşekkildir.

“Beyşehir’e ait 1466 tarihli müsellem defterinde Yenişehir Nahiyesi’nin kimi köylerinin aslında yürük olduğunu samimiyetle yazmıştır. Hatta bunların bir kısmının kadim yürükler olduğun özellikle belirtilmektedir.” Bu da bize göstertiyor ki; Yenişehir (Şehirköy), Kürdler ve Muma (Gölkonak) köyleri hariç, Bademli, İsrailler (Yakacık), Hoyran (Gölyaka), Küre, Kuruca-ova, Keçilik köyleri konar göçerlikten ilk defa 1466 yıllarında, Fatih Sultan Mehmed zamanında kurulmuş olduğu anlaşılmaktadır.

Fatih Sultan Mehmet zamanında kurulan köylerin yürüklük statüleri devletçe kaldırılmış olmasına rağmen bir türlü yerleşik düzeni benimseyememişler ve 1584 yılına kadar süregelmiştir.

1584 yılından önce 10 köyden meydana gelen Yenişehir nahiyesi, 1635 yıllarında üç köyden meydana geldiği çelişkilidir. Bu çelişkili durum bize, yörede bazı toplumsal olayların meydana geldiğini anlatmaktadır.

Bademli, Yenice, Kurucaova ve Hoyran köylüleri de bir müddet geçici olarak köylerini terk etmişler.

Kısa bir süre sonra 1650 yıllarında tekrar köylerine dönmüşlerdir.

Kütrler, Muma, Şehirköy kalıcı durumları ile varlıklarını yerinde sürdürürken Şehirköy (Şarköy) 1760 yılında tamamen ortadan kalkmıştır.

Köylerin ortadan kalkması ve dağılmasına neden olarak Doç. Dr. Yücel Özkaya’nın “Osmanlı Kurumları ve Osmanlı Toplum Yaşantısı” kitabının göçler ve aşiret sorunları bölümünde şu bilgilere rastlamaktayız:

Osmanlı uyruğuna bağlı halk yığınlarının ve bilhassa reayanın önemli bir parçası olan aşiretlerin, vergi vermemek düşüncesi ile yerleşik hayattan koparak memleketlerini terk ettikleri.

Yerleşik düzene geçen bazı aşiretlerin de kendilerine ehil-i örf ve ehil-i şer görevlileri tarafından zulüm yaptıkları için terk ettikleri.

Konar-göçer hayata alışmış aşiretlerin, birden yerleşik düzene uyamadıkları, genellikle orta derecede sıcaklara alıştıkları için yeni yerlerini benimsemediklerinden tekrar eski yerlerine döndükleri.

Yerleşik düzende bulunan halk, eşkıya ve Celâlilerin zulmünden dolayı yerlerini-yurtlarını terk ederek daha güvenilir yerlere göç etmek zorunda kalmaları ve böylece bir çok köyün ortadan kalkması.

En önemli nedenlerden biri de arazi suyunun yetmeyişidir. Örneğin 1584 yılında Bademli köyünden birkaç kişi, İsrailler köyüne, Kurucaova köyünden Muma köyüne, Kürtler köyünden Yenice köyüne gittikleri hakkında bazı kayıtlara rastlanmaktadır.

Sonuç olarak bu gidişatın önlenmesi için bazı tedbirlere baş vurulmuş olup, fermanlar çıkartılmıştır. Örneğin: “Hamid (Isparta) Sancağındaki kazalarda bulunan Türkmenlerin ve yürüklerin durumlarına düzen vermek için her cemaatin kethüdaları ve oba ihtiyarlarının beylerine gitmeleri, kazalardan kaçanın tespit ve yeniden geri dönmelerinin sağlanması yoluna gidildiğine” dair çıkartılan ferman Yenişehir (Yenişar)’deki köylerin dağılması veya ortadan kalkmasına ışık tutmaktadır.

 

7- ANADOLU CELALİLERİNDEN KATIRCIOĞLU MEHMET BEY ve YENİŞEHİR NAHİYESİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLER

1519 Yavuz Selim zamanında, Anadolu’da çeşitli nedenlerle Osmanlı idaresine karşı çıkan Celâli isyanları, 1648’li yıllarda 4. Mehmet zamanına kadar devam etmiş olup, hiçbir zaman toplum nizamı davası olmamıştır. 130 yıl boyunca Anadolu yerleşim birimlerini kasıp kavuran ve yüz binlerce insanın kanını acımasızca akıtan Celaliler, isyan bayrağını çektiğinde en az bu bayrak altında 5-10 bin kişi bulunmuş olup, bu kuvvetleri besleyebilmek için başta bulunanlar her türlü yağmaya tecavüz ve çapulculuğa göz yummuşlardır. Bir taraftan da bu isyanları ortadan kaldırmak için görevlendirilen hükümet kuvvetleri Anadolu köylerini yakmış yıkmış, soymuş ve bilhassa eli silah tutan gençleri zorla kendi işlerinden alarak olumsuz bir dava peşinde ölüme sürüklemişlerdir. Bu olaylarda ortada ezilen mahvolan kendi halinde yaşayan sabırlı kanaatkar fakir Anadolu köylüsü olmuştur. Bununla beraber devletin adaletsiz ve yeteneksiz kişileri, vergi adı altında bu masum insanları soyup soğana çevirmişlerdir.

Soyulduk soğan olduk

Yolunduk tavuk olduk

Bir korkmaz kula kulduk

Biz bu yerlerden gideriz

Mısraları ile acılarını dile getiren köylüler ırgatlaşmış, bazıları köylerini terk ederek başka yerlere kaçmış, bazıları da hayvanlar gibi mağaramsı ıssız dağ köşelerinde yaşam kavgasına geçmiştir.

Öteden beri süre gelen böyle bir olayın bir benzeri 1648 yılında bütün şiddeti ile Yenişar’da da yaşandığını öğrenmiş bulunmaktayız.dağa çıktı” “Bu iki şâki (eşkıya) birleşerek eşkiyacılığa, soygunculuğa başlamış, Haydaroğlu Katırcıoğlu’nun yanında en cüretkar veziri yerinde ayakdaşı (arkadaşı) oldu.

Katırcıoğlu Isparta bozgunu ve Haydaroğlu’nun felaketinden sonra Akyaka’lı Bekir isminde bir ayaktaşı ve bir miktar asker ile Celâlilikte ve Kervan vurmakta devam etti. Daima bin kişiden aşağı düşmeyen bir kuvvetle Beyşehir ve Seydişehir havalisinde dolaştı. Köylerden kaldırdığı güzel kızların saçlarını kestirerek oğlan kıyafetinde dağlarda gezdirdi.”

“1648 yılında Katırcıoğlu Beyşehir havalisine oradan da Seydişehri’ne varıp iki bin kuruş aman malı istedi. Kethudayeleri razı olmadı. Fakat dağlar delisi oğlu Mehmet ağa istenilen malı teslim etti. Sonra Hamit-eli (Isparta) sancağı Mutasarrıfı Topal Mehmet Paşa Kaşıklı (Kaşaklı) tarafından 200 adamı ile gelip Katırcıoğlu’nun 700 celâlisi ile sahrada (ovada) bulup harp yaptılar. Her iki tarafın büyük kayıpları olup, Katırcıoğlu yaylasına, Hamit-eli askeri de Kaşaklı yolundan Hamit-eline doğru gitti.

Nihayet Celâlilikten ve şâkilikten usanan Katırcıoğlu Çay kasabasından İsa Ağa’nın çiftliğine konup;

“Elbette ya gelsün beni affettirsün ve illâ hanumanını yakup Acem diyarına giderim!” demesiyle İsa Ağa’nın delâleti ile padişah tarafından af olundu.

İşte Katırcıoğlu dedikleri hınzîr budur Hunkârım! Af ricasiyle derganıza yüz sürmeye geldi...” dedikte yer öpmesi işaret olundu, yer öptü.

Alemin sığınağı Padişah kendisine Beyşehir sancak Beyliğini ihsan edip hil’at giydirdi. Akyakalı oğlu ile 18 yarar adamına da sipahilik verildi.Katırcıoğlu Mehmet Bey, Celâliliği yıllarından beri, Beyşehir sancağına bağlı üç köyden oluşan Yenişehir Nahiyesini yakinen tanımaktadır.

Daha önceleri çeşitli nedenlerden dolayı dağılan bademli, Yenice, Hoyran, Kurucaova ve Yakacık köyleri eski yerinde 2. kez yerleşik düzene sokulmuş ve köy sayısını 8’e çıkarmıştır. Böylece Sipahilikle beraber vergi gelirini de artırmıştır.

Yine bu yıllarda 8 köyden oluşan Yenişehir Nahiyesi Beyşehir Sancağı-Kaşaklı Kazasına bağlanmıştır.ferman-Berat, Hüccet Emir ve karar 1611 yıllarından (1920) yılları arasında yoğun bir görünüm içinde olması ilginçtir. Şekil: 28,29, 30, 31...

Şehirköy (Şarköy), Kürtler ve Muma köyleri arazileri içinde 2. kez zuhur edip, vergiye bağlanan Bademli Kurucaova, Hoyran ve Yenice Köyleri hızla gelişim göstermiştir. 2. Kuruluşlarından kısa bir süre sonra, Muma Şehirköy ve Kürtler köylerinin topraklarına tecavüz etmişler. Bu tecavüz olayları bağlı bulundukları Beyşehir Sancağı ve Kaşaklı Kazası kadılarına getirilerek mahkeme olunmuştur. Mahkeme sonucu verilen

Şimdi biz ilginç bir tesadüfler zinciri oluşturan zaman ötesinden günümüze kadar gelen bu yazılı belgelerin tarihlerini, kaynaklarını, özetlerini ve bunlardan öğrendiğimiz sonuçları sırası geldikçe vereceğiz.

II. BÖLÜM

 

II. BÖLÜM ..................................................................................................*

1- EL YAZMALI BELGELERİN ÖZETLERİ VE AÇIKLAMALAR ..*

 

a) 1637-1700 yılları arasındaki 1’den 8’e kadar olan belgeler .........*

 

Yenişehir’de (Yenişar) zuhur eden köyler. .......................................*

 

 

Beyşehir Sancağına bağlı Yenişehir (Yenişar) .................................*

 

 

Beyşehir Kazasına Bağlı Yenişar .....................................................*

 

 

Konya Sancağına Bağlı Yenişar Kazası ...........................................*

 

 

Yenişar’da Çarpık Bir İdari Taksimat ..............................................*

 

 

Şarkikaraağaç’a ve Beyşehir’e Bağlı Yenişar ..................................*

 

 

Beyşehir’e Bağlı Yenişar ................................................................*

 

 

Şarkikaraağaç’a bağlı Yenişarbademli Nahiyesi-Belediyesi ...........*

 

 

Isparta İline Bağlı Yenişarbademli İlçesi ........................................*

 

 

1637-1700 yılları arasındaki 1’den 8’e kadar olan belgeler

 

 

1700-1765 Yılları Arasındaki 9’dan 12’ye kadar Olan Belgeler

 

 

c) 1765-1827 Yılları Arasındaki 13’den 15’e Kadar Olan Belgeler

 

 

d) 1827-1860 Yılları Arasındaki 16’dan 24’e Kadar Olan Belgeler

 

 

e) 1860-1874 Yılları Arasındaki 25’den 27’ye Kadar olan Belgeler.

 

 

Yenişar’ın bu yıllarda nahiyelikle idare edildiği,

 

Yenişar nahiyesinin yedi mahalle ve köyden oluştuğu,

Yenişar nahiyesi 1936 nüfusa sahip olduğu,

Yine nahiyeliğin askeri temsilcisi olan zabıta memurunun, Muhammed Ağa adlı bir zatın olduğu,

Yöremiz tarihinde olumsuz rol oynayan Hafız Ali Ağanın Beyşehir kaza idare meclisinde aza olduğu yazılıdır.

 

f) 1875-1920 Yılları Arasındaki 28’den 31’e Kadar Olan Belgeler

 

 

1920 Yılındaki 32’den 35’e Kadar Olan Belgeler

 

 

b) 1700-1765 Yılları Arasındaki 9’dan 12’ye kadar Olan Belgeler ..*

c) 1765-1827 Yılları Arasındaki 13’den 15’e Kadar Olan Belgeler ....*

d) 1827-1860 Yılları Arasındaki 16’dan 24’e Kadar Olan Belgeler ....*

e) 1860-1874 Yılları Arasındaki 25’den 27’ye Kadar olan Belgeler. ..*

f) 1875-1920 Yılları Arasındaki 28’den 31’e Kadar Olan Belgeler .....*

2- Milli Mücadele ve Cumhuriyet Dönemi Belgeler ................................*

a) 1920 Yılındaki 32’den 35’e Kadar Olan Belgeler ......................*

b) 1920-1954 Yılları Arasındaki 36’dan 38’e kadar Olan Belgeler ....*

c) 1954-1998 Yılları Arasındaki 39’dan 40’a kadar Olan Belgeler ...*

 

 

II. BÖLÜM

1- EL YAZMALI BELGELERİN ÖZETLERİ VE AÇIKLAMALAR

Yenişehir’de (Yenişar) zuhur eden köyler.

BELGE: 1

“...Yenişehir derler, göl kenarında olup; Anamas Dağı, bununla Eğer arasına düşer ve bu Yenişehir’de Alaaddin eserleri var. Şehirköyü tabir ederler. Üç köydür. Bunda azim çam keresteleri kesilir. Anamas Dağından bir azim su inip göle dökülür....”

Bu belgede adı geçen “Eğer” kelimesi Eğerim Beli olmalı. Çünkü Anamas Dağı Yenişar ile Eğerim Beli arasına düşer. “Üç köydür” sözüne gelince; 1637 ve önceki yıllarda Yenişehir nahiyesinin üç köyden teşekkül ettiği anlaşılıyor. Adından bahsedilmeyen bu üç köy 4 no.lu belgeye göre Şehirköy, Kürtler ve Muma köylerinin olduğu açıklık kazanmıştır. 1650 yıllarından sonra varlığı görülen Bademli, Kurucaova, Hoyran, Yenice yerleşim merkezleri ise 1585-1650 yılları arasında tarih sahnesinde görülmemektedir. İleride inceleyeceğimiz belgelerden de anlaşılacağına göre bu köylerin 1650 yıllarında tarih sahnesine çıktığı anlaşılıyor. Yörede büyük çam kerestelerinin kesildiğinden bahsedildiğine göre, Beyşehir sancağı dahilinde bulunan Yenişar’ın, orman bakımından en zengin orman bölgesi olduğu anlaşılıyor. Anamas Dağı’ndan çıkıp göle dökülen büyük bir suyun ise Anamas’ın en yüksek tepesi olan Dedegül Dağı’nın kuzey eteğinden çıkan pınarın adıdır. Bu pınar tarihi akış içinde Sultanpınarı, Gürlevik ve Pınargözü adları ile de anıla gelmiştir. “Burada Alaaddin eserleri vardır” sözü Yenişar’da Alaaddin Keykubat tarafından 1237 yılında yaptırılan Kubad abad sarayıdır.

BELGE: 2

1075 Hicrî, 1664 Milâdi Rebiyülevvel ayı tarihli hüccet-i Şer’iye de: “Kaşaklı kazasına tabi Muma nam karye kuraları Aşağıkenise (Aşağıkilise) nam kırında vaki Musalar çayırı demekle mâruf mevzide yer alınan kararda: Adılırmağı-Kumboğaz-Kavaklıburun, Kızılburun yol.... hattı üzerinde Muma ile Hoyran köyleri arasında sınır anlaşması yapıldığı hakkındadır.” Şekil: 28.

Bu hüccetin baş tarafında kaşaklı kadısının mührü ile Koşaklı Müdürünün mühürleri, alt tarafında ise anlaşmaya giren tarafların adları ve imzaları vardır. Daha önce adından bahsettiğimiz bir no.lu belge ile, bu belge bize şu açıklamayı getiriyor.

1637 yılında adından bahsedilmeyen Hoyran’ın 1664 yıllarında bu belge ile adını duyurduğu, 1650 yıllarında Beyşehir Sancak Beyliği’ne getirilen Katırcıoğlu Mehmet Bey tarafından köy haline getirilip, 1650 tarihinde ikinci defa tarih sahnesine çıktığını görüyoruz.

1655 yılında ise Muma köyüne ait araziler içinde toprak elde etme amacı ile köyler arasında sınır çatışmaları görülüyor. Bu çatışmalar sonucu kazaları olan Kaşaklı Kadısı tarafından Aşağıkenise mevkiî Musalar çayırında şer’i mahkeme yapılmıştır.

Bu belge Kaşaklı Kadısı ve Müdürünün mühürlerini taşımakta olup, halâ geçerliliğini korumaktadır.

BELGE: 3

1082 Hicrî, 1671 Milâdi yılı Safer ayı tarihli hüccet-i Şer’iye de: “Kaşaklı kazasına tabi Yenişehir nahiyesinin İPSAHOROS namındaki dağın yanında Hacıhamza mevziînde (yerde) kurulan Şer’iye meclisinde adı geçen Hacıhamza ve yanında vaki Arkıtca ve Gerdimlice ve Kireçlik ve Genek ve Tozak adındaki mevziler eskiden beri Muma köyünün iken Kurucaova köylüleri bu yerlere tecavüz etmişler, bunun üzerine Şer’iye meclisinde dinlenen şahitlerin şahadetleri ile Kurucaovalıların tecavüzleri men edilmiş” olduğu hakkındadır.

Daha önce bahsettiğimiz belgeler ile bu belge ve daha sonra göreceğimiz belgeler birbirlerini teyit ede gelmektedir. Şöyle ki:

Kurucaova, 1600 yıllarından 1650 yıllarına kadar, Muma köyü toprakları içinde hayvancılıkla yaşamını sürdüren konar-göçer avarız haneleri idi. 1650 yıllarında adını Kurucaova Mevziinden alan köy, ikinci defa tarih sahnesine çıkmıştır. Eğer bu yerleşim birimi Kurucaova’ya yakın Kuruova mevziînde kurulsaydı Kurucaova köyü “Kuruova” köyü olurdu.

Kısa zamanda güçlenen Kurucaovalılar Muma köyüne ait Hacıhamza, Arkıtca, Gerdimlice, Kireçlik, Genek ve Tozak adındaki yerlere sahip çıkmak istedikleri bu belgede görülmektedir.

Yöremizde şu anda Dedegül Dağı olarak anılan dağın adı bu belgede ve 4. Belgede İPSAHOROS veya ISAHOROS Dağı olarak geçmektedir. Türkçe’de anlam taşımayan bu isim Rumca’dan kaynaklandığı ihtimal dahilindedir.

BELGE: 4

1082 Hicrî, 1671 Milâdi Safer ayı tarihli hüccet-i Şer’iyede “Kaşaklı Kazası’na tabi Yenişehir Nahiyesi’nin İPSAHOROZ veya İSAHOROZ adındaki dağın yanında bulunan Hacıhamza namındaki mevzide (yerde) kurulan Şer’iye meclisinde adı geçen Hacıhamza ve yanındaki Arkıtca ve Gerdimlice ve Genek ve Ağrus ve Kireçlik mevzileri Muma Kariyesi’nin eskiden beri otlakları iken Kurucaova köylülerinin müdahaleleri üzerine mezkur şer’iye meclisinde durum incelenmiş, Kurucaovalıların haksız oldukları anlaşılarak müdahaleleri men edilmiş” olduğu hakkındadır.

Bu hüccet’in baş tarafında Kaşaklı Kadısı Behram’ın mührü vardır. Alt kısmında ise şahitler arasında Kürtler Köyü’nden, Ahmet Halife, Şehir Köyden (Şarköy) Mehmet oğlu Süleyman ve yine Şehirköy’den Mehmet oğlu Abdulhalim’in imzaları vardır.

Üçüncü belge ile aynı yıl ve ayda verilen bu belgenin ortak yönleri olmasına rağmen yine de şu fark göze çarpmaktadır. Üçüncü belgede adı geçen yerler, bu belgede ortak olarak kayıtta yer almaktadır. Üçüncü belgede geçen yer adlarından veya meralardan fazla olarak “Ağros” yer adı geçmektedir. Kurucaovalıların göçebelikten yerleşik düzene geçmesine rağmen yine de yarı göçebe olarak yaşamalarını sürdürmekte olduğu görülmektedir. Bu muhakemede şahit olarak görülen Mehmet oğlu Süleyman ve yine Mehmet oğlu Abdulhalim’in Yenişehir (Şarköy) halkından, Ahmet Halife’nin de Kürtler Köyü’nden olması anlamlıdır. Zira yeni kurulup da toprağı olmayan köylerden şahit tutulursa Kurucaova Köyü’nü tutabilirlerdi. Bu düşünce ile muhakemenin şahitleri eskiden kurulan Kürtler ve Şehirköy halkından gösterilmiştir.

Böylece bir no.lu belgede adı geçmeyen köylerin de Muma, Şehirköy ve Kürtler köylerinin olduğu açıklık kazanmıştır.

BELGE: 5

1093 Hicri, 1682 Milâdi yılı Cemaziyelevvel ayı tarihli hüccette: “Kaşaklı Kazası’na tabi Yenişehir Nahiyesi’ndeki Muma Köyü ahalisinden muhtelif kişiler tarafından Kurucaova halkından bazı kişilerin üzerine dava açılmış olduğu, bu davanın Beyşehir Mutasarrıfı Saadetlü Ali Paşa hazretlerinin mütesellimi mübaşereti ile görüldüğü, şer’iye meclisinde görülen bu davada Kurucaovalılara, Arpalık cihetinin verilmesi ile bu iki köyün taraftarlarının sulh yolu ile anlaşmaya varıldığı” hakkında hüccet-i şer’iye kararıdır.

Bundan önceki belgelerden de öğrendiğimize göre, Kurucaova köylülerinin bulunduğu yerden gayri hiçbir araziye kanunen sahip olmadıkları ve yarı göçebe hayatı içinde oldukları anlaşılıyor. Yerleşik düzene geçmeye başlaması ile toprak elde etme cihetine gidilerek Muma Köyü arazilerine tecavüz etmişlerdir. Yapılan Şer’i muhakemede Beyşehir Mutasarrıfı Ali Paşa Hazretleri iki köy arasında vuku bulan bu olayı sulh yolu ile arabuluculuk yapmıştır. Böylelikle Arpalık Ciheti Kurucaovalılara verilmekle kanuni yönden ilk olarak bir yere sahip oldukları anlaşılmaktadır. Arpalık, Kurucaova Köyü’nün güney doğusundaki Beyşehir Gölü boyunca uzanan arazinin adıdır.

BELGE: 6

1104 Hicrî, 1692 Milâdi,... ayı tarihli hüccet-i Şer’iyede Beyşehir Sancağı’na ulaşması lazım gelen bir mahkeme Kaşaklı Kazası Kadısı tarafından görülmüş, buna göre: Yenişehir’de (Yenişar) vuku bulan bir düğünde Sipahiler haksız yere düğün sahiplerinden birer altun talep edip; zorla aldıkları, saldırıda bulunup, zulüm yaptıkları şerli durumda olan bu olayın men ve mani olunması için Beyşehir Sancağı’na arzuhal olup, kadı Zeyit Fazıl tarafından mahkeme edilmiştir. Karar o zamanın kanun durumunda olan “Defter-i Cedîd Hakânide” mukayyet hükme göre şu şekilde veriliyor:

“Düğün sahiplerinden alınan altınlar adalete aykırı olup kızın evliliğinde (60), Seyibenin (dulun) evliliğinde (30) akçe er tarafından alınır” hükmüne ilaveten “teaddilerinden (dövmelerinden) dolayı da birer buçuk kuruş alınır” hükmünü taşıyan hüccet-i şer’iye kararıdır.

1683’lerde Osmanlı İmparatorluğu 2. Viyana kuşatması yapmış, bu kuşatma büyük bir bozguna dönüşerek Türk Ordusu perişan bir halde geriye çekilmişti. Bundan sonra devlet bir takım cahil, aciz, haris adamların elinde kalmıştı. Karlofça Barışı sonucu devlet zor durumda kalmış, savaş masraflarını karşılamak için vergiler konmuş, hayvancılık ya da toprakla uğraşan köylüler perişan düşmüş, bu durumda köylüler mal ve mülklerini satarak başka yerlere gitmek zorunda kalmışlardır. 1691’den 1695 yılına kadar dört sene içinde değişen dört Sadrazam, şahsi kin ve menfaatlerinin tatmininden, garazkarlıktan başka bir şey düşünmemişler, bunun sonucu olarak da, anarşi baş göstermiştir.

1691 yılında yapılan Karlofça Anlaşması’ndan sonra Osmanlı topraklarında onarımı zor yaralar açılmış olup, memleket içinde bir çok mütegalibeler (zorbalar) türemiştir. Dokuz no.lu 1703 tarihli belgede görüleceği gibi yöremizde baş gösteren bu zorbalardan bahsedilecektir.

BELGE: 7

1110 Hicrî, 1698 Milâdi yılı Zilhicce ayı tarihini taşıyan bir Hüccet de: “Beyşehir Sancağı’na bağlı Yenişehir’de, Hoyran Kariye halkı hayvanlarını zaptetmeyip, Muma Kariyesi’ne ait ekili arazilerine salıverdikleri, bu durumun bertaraf edilmesi için Muma Kariyesi halkının Beyşehir Sancağı kaşaklı Kazası kadısına verdikleri arzuhal üzere verilen Hüccet-i Şer’iye kararıdır.

1664 tarihinden 34 sene önce, Muma köyü ile Hoyran Köyü arasında sınır anlaşmazlığı olduğunu ve bu anlaşmazlığın iki köy arasında kalıcı bir sınır anlaşmasına dönüştüğünü görmüştük.

Bilindiği gibi, ikinci defa 1650 yıllarında zuhur eden Hoyran Köyü daha önce varlığı bilinen Şehirköy, Muma ve Kürtler Köyleri arasında sıkışmış bir durum arz ediyor. Aynı zamanda büyüyüp gelişen Hoyran Köyü’nün ihlâlleri tabiatı ile zuhur etmiş ve halâ da zuhur etmektedir.

Bundan böyle de, bu ferman o yıllarda verilmiş olup, yörenin derdine derman olmamıştır.

BELGE: 8

1110 Hicrî, 1698 Milâdi yılı Muharrem ayı tarihli olan bir fermana göre “Kürtler ve Yenice halkı Dergah-ı Mualla’ya arzuhal gönderip Bademli civarında, Gürlevik Suyu demekle bilinen nehrin suyundan, eskiden beri Kürtler ve Yenice Köyü halkı içme ve arazilerini sulamak sureti ile istifade etmişler iken, bilahare Bademli halkı bu sudan Kürtler ve Yenice halkına hak tanımadıkları bunun üzerine her iki köyün müşterek verdikleri arzuhal sonucu, Bademli Köyü’nün men edildiğine dair fermandır.

1691 yılında Osmanlı Devleti geniş çapta bir göçebe yerleştirme hareketine girişir, böylece aynı zamanda göçebe yerleşik çatışmalarının azalacağı ve göçebenin Celâlilerin arasına karışıp karışıklıkların önleneceği umulur. Yerleştirmede tek bir oymağı değil, bir oymağı bölerek üç dört ayrı oymağa yerleştirmeye dikkat edilir. Netice olarak bir çok Yörük boyu yerleşerek Türkmenlik’ten çıkmış, tarım köyleri kurmuşlardır.

1648’de 2. defa kurulan Bademli ile beraber Yenice, Kurucaova, Hoyran, İsrailler (Yakacık) köyleri Türkmen yerleşmesi ile hızlı gelişim gösterir. Bulundukları yerde yarı göçebe hayatı ile beraber yerleşik düzende kuvvet kazanır. Ekilir araziler yanında ormandan çıkardıkları tarım topraklarının sulanmasında Gürlevik suyu yetersiz kalır.

Öteden beri Şehirköy, Kürtler ve Yenice Köyleri’nin hem içme suyu hem de sulama suyu olarak kullandıkları bu suyun, Bademli halkı tarafından yukarıdan kesilmesi ile Kürtler ve Yenice köyleri müşterek Dergah-ı Mualla’ya dilekçe vererek, Bademli Köyü men edilir. Bademli Köyü’nün bu suya ileride tekrar müdahale edebileceği düşüncesi ile eşit şekilde birer kovan su üç köy arasında paylaştırılır.

1. Belgeden 8. belgeye kadar olan belgelerden elde edilen sonuçlar:

Buraya kadar adından bahsettiğimiz 8 adet belgenin 4’ünde “Beyşehir Sancağı Kaşaklı Kazası’na tabi Yenişehir Nahiyesi...” adı geçmekte iken 1698 Milâdi tarihli ve bu tarihten sonraki belgelerde “Kaşaklı Kazası’na tabi” cümlesi geçmemektedir.

1698 ve sonraki tarihli belgelerde ise sadece “...Beyşehir Sancak Beyliği’ne gelmiş hükümde, Dergah-ı Mualla’ya verilen arzuhalde, Beyşehir Mutasarrıflığı’nın kaşaklı Kadısı’na havale ettiği şer’i mahkemede...” cümleleri geçmektedir. Bu da bize gösteriyor ki Beyşehir Sancağı’nın Kaşaklı Kazası’na bağlı Yenişehir Nahiyesi’nde bazı siyasi değişiklikler görülüyor. Şöyle ki: 1650 yıllarında yörede 4-5 köyün daha tarih sahnesine çıkması ile 1700 yıllarında Kaşaklı Kazası’ndan ayrılıp doğrudan Beyşehir Sancağı’na bağlı köy ve nahiye olarak görülüyor.

1611-1698 yılları arasında geçen 87 yıllık bir zaman dilimi içinde birbirlerini teyit eden sekiz adet belge ve bu belgelerden sonra gelecek diğer belgeler ışığında şu gerçekler ortaya çıkıyor: Harita: 4.

Yenişehir (Yenişar)’in 1609 ile 1698 yılları arasında Beyşehir Sancağı’nın Kaşaklı Kazası’na tabi Yenişehir Nahiyesi adı ile anıldığı,

Bir no.lu belgeye göre 1637 yılında Yenişehir (Yenişar) nahiyesinin üç köyden teşekkül edip adlarından bahsedilmediğini, bahsedilmeyen bu üç köyün ise dört no.lu belgeye göre Şehirköy, Kürtler ve Muma köylerinin olduğu açıklık kazandığı,

Bir no.lu belgeye göre 1637 yıllarında Bademli Kurucaova, Hoyran ve Yenice köylerinin tarih sahnesinde görülmediğine göre dağınık yaşam içinde oldukları,

Yine bir no.lu belgeye göre 1584 yıllarında Yenice, Bademli ve Hoyran köylerinden 1637 adından bahsedilmediği,

İki ve üç no.lu belgelere göre 1664-1671 yıllarından itibaren 2. kez kurulan Bademli, Kurucaova, Hoyran ve Yenice köyleri fermanlarda ve hüccetlerde adlarından bahsedildiği,

Adlarının anılmadığı 1637 yılı ile adlarının anılmaya başlandığı 1664 yılı arasında olan 1650 yıllarında dağınık yerleşim birimleri halinde yaşadıkları,

1684 yılında yöremizde Celâli olarak dolaşan Katırcıoğlu Mehmet Bey’in Teke (Antalya) yöresinde kışlayıp Anamas Dağları’nda yazlayan Yürüklerden olduğu,

(1650) yıllarında Beyşehir Sancak Beyliği’ne getirilen Katırcıoğlu Mehmet Bey zamanında Bademli, Kurucaova, Yenice, Hoyran köylerinin ikinci defa tesis edildiği,

Yenişehir, Kürtler ve Muma Köyleri arazileri içinde tesis edilen bu köylerle yöredeki köy miktarının arttığı ve bundan böyle de yerleşmelerden doğan çatışmaların vuku bulduğu,

Köyler arasındaki bu çatışmalardan (1750) yıllarında Şehirköy (Şarköy), 1868 yılında da İsrailler’in Yakacık Mahallesi’nin ortadan kalktığı,

Bu siyasi değişiklikten sonra 1700 yıllarından sonra Kaşaklı Kazası’ndan ayrılıp Beyşehir Kazası’na bağlandığı, “...Beyşehir Sancağı’nda ve Beyşehir Kazası’na tabi Yenişehir Nahiyesi’nde Kürtler Kariyesi ahalilerinin arzuhalleri üzerine Allat ve Oluk öteden beri Kürtler’in iken...” sözü Yenişehir Nahiyesi’nin doğrudan Beyşehri’ne bağlı olduğunu doğrulamaktadır.

Yöredeki köylerin sosyal ve siyasal yapılarından doğan mücadeleleri son bulmamış olup, günümüze kadar devam ede geldiği,

Osmanlı düzeni içinde zuhur edip, halkın huzurunu kaçıran orduya bağlı Sipahiler ile Mütegallibelerin (zorba) yöremizde de türediği görülüyor.

Beyşehir Sancağına bağlı Yenişehir (Yenişar)

BELGE: 9

1115 Hicrî, 1703 Milâdi yılı ahiri Muharrem ayı tarihli bir fermanda Muma Köyü ahalisinin Dergah-ı Mualla’ya verdikleri dilekçe sonucu yerine getirilen bir hükümde:

“Muma Köyü halkı kendi köyleri dahilinde serbestçe dolaşıp, yollarından serbestçe geçmekte, meralarında koyun ve davarları, otundan ve suyundan faydalanmakta iken, adı geçen köyden mütegalibe (zorba) Deli Muharrem nam kimse yeniçeri havasına uyup, kendine tabi birkaç kişilerle müttefik olup, herkese ait olan mera ve yol yerlerini ziraat ettiği, davarlarını istediği şekilde otlattığı, inatlı yapısı ile halka sıkıntı verip şerli durumda bulunduğu, halk ol mahaldeki yollar ve yerlerde dolaşamayıp maddi ve manevi zarar içinde oldukları ve bu durumun önlenmesi hakkında dilekçe ve Hüccet-i Şer’iye kararıdır.” Şekil: 29

Bu belgeye göre Deli Muharrem adındaki bir mütegalibe (zorba) kendine uygun birkaç kişi ile işbirliği yapıp mensubu bulunduğu Muma köyü halkının ortak malı için başkalarının davarlarına hayat hakkı tanımadığı, Kurucaova Köyü’nün bir kilometre güneyinde bir çardak (kışlak) yaptırarak Muma ve kurucaova halkına şerli durumu ile sıkıntı verdiği.

Beslediği kırkı aşkın azgın köpekleri akşamdan yaptırdığı ilân ile köy içine bırakıp sabahleyin tekrar toplatarak yerine kapatma işleminden köy halkı akşamdan sabaha kadar sokağa ve çevreye çıkamadıkları,

Yeni zuhur eden henüz on haneyi geçmeyen Bademli halkının güçlü kişilerini bir araya getirip ormandan sırtları ile odun çektirdiği,

Şimdiye kadar ne zaman yaşadığı bilinmeyen bu zorbanın daha bir çok akıl almaz zalimliği, Yenişar’da efsanevi bir şekilde dilden dile söylene gelmiş olup, elimizdeki bu belge bu olayı aydınlatmıştır.

Anadolu’da zuhur eden bir çok mütegallibelerin yanında burada da görülen bu nevi hareketler reayanın fakir düşmesine, yerini-yurdunu terk etmesine devlet gelirinin düşük olmasına neden olmakta idi. Bazı mütegallibelerin bu konuda ehl-i orf ve ehl-i şer mensupları ile de anlaşmakta oldukları da görülüyor.

BELGE: 10

1126 Hicrî, 1714 Milâdi yılı Safer ayı ipdidası tarihli Beyşehir Sancak Beyliği’ne gelmiş bir hükümde Muma Köyü’nde vaki Kireçlik, Gerdimli, Ağras, Genek, Kuruova ve Koluncak Mevkilerinin odunu ve kerestelerini beraberce kesmekte ve davarları beraberce otlatmakta iken, Kurucaova halkı Muma Köyü’nü bu yerlerden bertaraf etmek istedikleri ve bu müdahalenin bertaraf edilmesi hakkında dilekçe ve hüccet-i Şer’iye kararıdır.

Muma Köyü’nün Kurucaova Mevkiînde zuhur eden ve adını bu mevkiden alan Kurucaova Köyü adını almış olup, hızla gelişim göstermiştir. Kurucaova köylüleri, Muma Köyü’ne ait diğer Kuruova, Kireçlik, Gerdimli (Gerdimeci), Ağras (Ağros) Genek, Koluncak (Kozulca) gibi mevkileri her iki köy arasında beraberce otundan, suyundan, odunundan ve kerestesinden beraberce kullana geldikleri görülüyor.

Bu yıllarda Muma Köyü’nde yaşamış zorba Deli Muharrem’in ölümü ile adı geçen bu yerlerin, Kurucaova halkı tarafından tek yönlü kullanılmak istenildiği görülüyor.

Bunun üzerine Muma Köyü halkı Beyşehir Sancak Beyliği’ne şikayette bulunmuş, Kurucaova Köylülerinin bu davranışı men edilmiş ise de, bu yıllardan sonra adı geçen meraların tamamen Kurucaova Köyü’nün eline geçmiş olduğunu görüyoruz.

Bu belgede dikkate değer şöyle bir görünüm mevcuttur: Kurucaova ve Kuruova yan yana bitişik iki yer adıdır. Kurucaova mevkisine yerleşim olunca bu köyün adı “Kurucaova” Köyü adını almıştır. Eğer bu yerleşim Kuruova mevkiînde kurulsaydı bu köy Kuruova Köyü olurdu.

BELGE: 11

1126 Hicrî, 1714 Milâdi yılı Safer ayı tarihli bir hüccette Muma Köyü ahalisi Beyşehir Sancağı Kaşaklı Kadısı’na arzuhal edip köylerinin yanında Adilırmağı, Kumboğazı, Kavaklıburun, Kafirçayırı ile mahdut (çevrilmiş) yerlerin sazlığı kadimden beri kendi köylerine ait olduğu halde, Hoyran Köyü ahalisi, adı geçen bu yerlerde birkaç seneden beri kanun dışı otlatmakla buralara sahip olmak istediklerini, Hoyran Köyü’nün bu davranışlarının men’i hakkında dilekçe ve alınan hüccet-i Şer’iye kararıdır.

Daha önce 2. Belgede belirttiğimiz gibi 1650 yıllarında Hoyran Köyü’nün zuhuru ile, bu köye bir kilometre mesafede bulunan Muma Köyü arasında 1664 yılında bir sınır anlaşması yapıldığını görmüştük.

1700 yılında 7. Belgede belirttiğimiz gibi, arazisi kısıtlı olan Hoyran Köyü; geniş araziye sahip Muma Köyü’nün arazisine 1664 yılında yapılan sınır anlaşmasını tanımayarak, 1698’de, yani 34 sene sonra ikinci kez tecavüzde bulunuyor.

1714 yıllarında Muma Köyü’nden mütegalibe (zorba) Deli Muharrem’in ölümü ile Hoyran Köyü, belgede adı geçen bu mevzilere üçüncü kez tecavüz etmek isterlerse de, men edildiklerini görüyoruz. Bu yıldan sonra Hoyran ile Muma Köyleri arasında bu yerler, kalıcı bir sınır anlaşması ile geçerliliği zamanımıza kadar korunmuştur.

BELGE: 12

1171 Hicrî, 1757 Milâdi yılı Zilhicce tarihinde yazılmış bir fermana göre”Beyşehir Sancağında ve Beyşehir Kazasına tabi Yenişehir” Nahiyesi’nde Kürtler Kariyesi ahalilerinin arzuları üzerine Kürtler Kariyesine tabi Allat ve Oluk Meraları eskiden beri ziraat olunup öşür ve resmi alına gelmiş iken Yenice Kariyesi’nin bu yerlere müdahale ettiği ve men edilmesi hakkında fermandır.”

1757 tarihli bu belgede “Beyşehir Sancağı’nda ve Beyşehir Kazasına tabi Yenişehir Nahiyesi’nde Kürtler Kariyersi” lafzı geçmektedir. Buna göre bu yıllarda Yenişehir (Yenişar) nahiyesi ile anılan Şehirköy tükenmekte olmasına rağmen, varlığını halâ sürdürmekte olduğunu görüyoruz.

1650 yıllarında Kürtler Köyü bünyesinde kurulan Yenice Köyü, kuruluşundan yüz yıl sonra buraları tasarrufu altına almak istemişlerdir. Bunun üzerine Kürtler Köyü Yenice Köyü’nün bu davranışlarının haksız olduğunu ileri sürerek men etmişlerdir. Aslında Kürtler ve Şehirköy arazileri içinde kurulan Yenice, bu köylerle de bir bütünlük içinde olup, birbirinden de ayırmanın imkânı yoktur.

Öteden beri her iki köy arasında niza konusu olan Allat ve Oluk mevkileri şu anda Bademli ve Bademli’nin mahalleleri olan Yenice ve Kürtler tarafından mera olarak beraberce kullanılmaktadırlar.

Beyşehir Kazasına Bağlı Yenişar

BELGE: 13

1179 Hicri, 1765 Milâdi tarihinde kaleme alınmış bir Hüccet-i Şer’iye kararında “Yenişehir Nahiyesi’ne tabi Yenice Köyü’nden birkaç kişi tarafından Kaşaklı Kadısı’na dilekçe verildiği. Bu dilekçeye göre adı geçen nahiyeye bağlı Kürtler Köyü’nden Kara Mustafa adında bir kimse dilekçe sahibini Şerbeni tarlada dövdüğünü, yanında bulunan 700 kuruşunu alarak soygunculuk yaptığını, ellerinde bu olayı doğrulayan Şeyhülislâmdan Fetva’i Şerifleri olduğunu, bir yıl önce zuhur eden bu olay sırasında gasp edilen 700 kuruşun, tahsil edilerek iade edilmesi hakkında hüccet-i Şer’iye kararıdır.

Daha önceki belgelerde de görüldüğü gibi 1765 tarihli belgede de “Yenişehir Nahiyesi”nine varlığını halâ sürdürmekte olduğu anlaşılıyor. Bu hüccette “Yenişehir Nahiyesi’ne tabi Yenice Köyü’nde” cümlesi bunu doğrulamaktadır.

Bu belgelerden sonraki belgelerde ise “Beyşehir Sancağı’na tabi Yenişehir Nahiyesi” adı yerine “Beyşehir Kazası’na tabi Yenice Kariyesi” “Yenişehir” adı yerine de “Yenişar” adı geçmektedir. Buna göre:

Kubâd-âbâd Sarayı’nın bulunduğu Yenişehir’in Şehirköy-Şarköy 1228’den 1765 yılına kadar varlığını sürdürmüş olduğunu,

Yine bu yıllarda daha önce sancak olan Beyşehir’in kazalık durumuna geçtiğini,

1766 yıllarında Yenişehir Nahiyesi’nin (Şehirköy’ün-Yenişar)’ın ortadan kalkması ile, yöredeki köylerin Beyşehir Kazası’na bağlı “Yenişar” köyleri olarak isim aldığı anlaşılmış olup, bu tarihten sonra yöreye “YENİŞAR” denilmektedir.

BELGE: 14

1179 Hicrî, 1765 Milâdi yılı Şaban ayı tarihli bu ferman Hüccet-i Şer’iye kararı olup Kaşaklı Kadısı tarafından kaleme alınmıştır. Buna göre:”Yenice Kariyesi ahalileri tarafından Kaşaklı Kadısı’na verdikleri arzuhalde kendi köyleri toprağında, öteden beri koyun ve davarlarını otundan ve suyundan faydalandırdıkları bu meralarda başkalarının hakkı olmadığı halde; Kürtler Köyü’nün ‘Bü yerler bizim köyümüzündür’ diye müdahale ettikleri ve bu müdahalenin men’i hakkında olup, bunun üzerine alınan hüccet-i Şer’iye kararıdır.

Bu yıllarda, sancaklıktan kazalığa düşen Beyşehir’e bağlı Yenişar Köylüleri adaletle ilgili işlerinin, beldeye en yakın Kaşaklı Kadısı tarafından görüldüğü anlaşılıyor.

Yenişehir veya Şehirköyü tabir edilen bu kentin sakinleri, 1650 yıllarında 2. kez kurulan Bademli, Kurucaova, Yenice ve Hoyran Köyleri’ne peyder pey taşınmış olup, 1766 yılında 4-5 hane sayısına inmişti.

Yine bu yıllarda aydın tarafından gelip Hoyran Köyü’ne yerleşen Numan Ağanın babası Halil Ağanın müdahalesi ile 4 hane Hoyran Köyüne taşındıktan sonra kalan bir hane de Muma Köyü’ne taşınmıştır. Böylece Yenişehir-Şehirköy-Şarköy tarih sahnesinden çekilmiştir.

BELGE: 15

1221 Hicrî, 1806 Milâdi yılı Rebiyülevvel ayının ortası tarihli ve Beyşehir Naibi’nce görülmüş hükümde “Beyşehir Kazası’na tabi Yenice Kariyesi halkı, köyleri toprağında, öteden beri koyun ve davarlarını otundan ve suyundan faydalandırmakta iken, Kürtler Kariyesi halkının bu meralar bizim köyümüzündür diye müdahale ettikleri ve müdahale sonucu alınan hüccet-i Şer’iye kararıdır.”

1806 tarihli bu belgede ve bundan sonra gelecek belgelerde “Yenişehir Nahiyesi adı geçmediğine göre; nahiyeliğin kalmış olup, buradaki köylerin doğrudan Beyşehir Kazasına bağlı olduklarını bu belgeden öğreniyoruz. “Beyşehir Kazası’na tabi Yenice Kariyesi” cümlesi bunu doğrulamaktadır.

16 No.lu ve 1819 tarihli belgede “Yenişar Kazası” sözü nazarı itibara alınırsa, 1806-1819 yılları arasında yörenin kazalığa kavuşmuş olduğu anlaşılıyor. Biz Yenişar’da kazalığın 1810 yılında kurulduğuna hükmediyoruz ve yörede ayrıca 1650 yılından beri yerleşimden doğan sürtüşmelerin halâ süre gelmekte olduğunu da görüyoruz.

Bir Açıklama

Meydan Larousse cilt 7, sayfa 603 de “Yavaş yavaş ikbalden düşen Yenişehir 18. yüzyıl ortalarında ortadan kalkar”

“Delibaşların zulmü yüzünden şehir dağıldı. Halk Muma Köyü’ne yerleşti” deniliyorsa da bu rivayetten öte gitmemektedir.

1949 yılında Konya Müzeler Müdürü merhum M. Zeki Oral ile gittiğimiz Muma Köyü’nde eşraftan Mehmet Oktay’ın belge dışı verdiği “Şehirköy Delibaşlar’ın zulmünden dağıldı” sözü itibar görmüş olup, merhum tarafından bazı dergilerde yayınlanmıştı. Sonradan, bu dergilerden Meydan Larousse’a aktarılan bu bilgiler gerçeği yansıtmamaktadır.

Yenişehir’in (Şehirköy’ün) dağılmasını, bir nedene yani Delibaşlar’ın zulmüne bağlayarak bir anda ortadan kalkmadığını, geniş bir zaman dilimi içinde tedrici yavaş-yavaş çeşitli etkenlerden dolayı bazı köylerle beraber ortadan kalktığını, elimizdeki belgelerden öğreniyoruz.

Bu belgelere göre; Celali isyanlarını, çevrede türeyen mütegallibelerin zulmünü, köyler arasında meydana gelen arazi sürtüşmelerini, bilhassa öteden beri sulanmakta olan arazilerinin suyunun sonradan zuhur eden köyler tarafından kesilmesini, vb. sayabiliriz.

“Yenişehir 18. yüzyıl ortalarına doğru ortadan kalkar” sözü doğru olup, elimizdeki belgeler bu olaya 1765 yılı olarak açıklık getirmiştir.

Konya Sancağına Bağlı Yenişar Kazası

BELGE: 16

1243 Hicrî, 1827 Milâdi tarihli bir senette “Kürtler Köyü tımarı dahilinde Küçükırmak demekle bilinen Çayır’ın alım-satımına ait olup Bademli Köyü halkından birkaç kişinin adları söz konusu edilmektedir.” Ayrıca senedin alt tarafı “Heyyet Ayandan Abdulfettah” tarafından imza altına alınmış, arka tarafı da 1235 Hicrî, 1819 Milâdi tarihli bir mühür ile aynı şahıs tarafından mühürlenmiştir.

Bu senede göre: Bu gün çayır diye anılan bu biçimlik’in Kürtler Köyü tımarı dahilinde tımar arazisi olduğu, mevkinin ise bu günkü adı Gücügırmak, o günkü adı ise Küçükırmak olarak açıklık kazanmıştır. Gücügırmak, Küçükırmak kelimesinin bozulması sonucunda söylene gelmiştir.

Bu yıllarda Yenişar Kazası Müdürü Numan Ağa ile Bademli Köyü halkı arasında zuhur eden olaylar kaza merkezi Hoyran Köyü ile Bademli Köyünü birbirinden ayırmıştır. Bu durum karşısında Bademli’deki idari işlerin bir heyet tarafından yürütüldüğüne “Heyyeti Ayandan Abdulfettah” sözü açıklık getirmektedir.

Numan Ağa tarafından isyankar olarak vasıflandırılan Bademli Köyü’ndeki bu durum, 1846 Milâdi yılında kaza merkezinin Bademli Köyü’ne taşınmasına kadar devam etmiştir.

Yine adı geçen çayırın (biçimlik) 1819 yılından önce Bademli, Yenice, Kürtler Köyleri arasında bölüşüldüğü de ortaya çıkıyor.

BELGE: 17

1245 Hicrî, 1829 Milâdi tarihli bir senette “Kaşaklı (Yeşildağ) Kazası’na tabi Yenişar Kazası kuralarından Bademli nam sakininde” sözü ile beraber Bademli halkından gerek tarafların gerekse şahitlerin adı geçmektedir.

Ayrıca bu senette “Aliyyel Mevlâ el baded deî bi Kaza-î Kaşaklı ma’a Yenişar Nureddin bin Ali” cümlesi geçmektedir.

“Kaşaklı kazasına tabi Yenişar Kazası” cümlesi ile bu yıllarda Yenişar Kazası’nın Kaşaklı kazasına yalnız kadılık makamı bakımından tabi olduğunu görüyoruz.

Bu görüşü doğrulayan “Aliyyel mevlâ el baded de’i bi Kaza-î Kaşaklı ma’a Yenişar Nurettin bin Ali” ile de daha açıklık kazanmıştır.

Buna göre: Kaşaklı ve Yenişar Kazaları’nın yalnız kadılık yönünden beraberce idare edildiğini, kadı makamında da Nurettin bin Ali adında bir amirin olduğunu görüyoruz.

Bu yıllarda Yenişar Kazası’nın merkezi Hoyran Köyü olup kaza müdürü de Numan Ağadır. Kadı makamının Hoyran Köyü’nde olmayıp da Yenişar Kazası’na en yakın Kaşaklı Kazası’nda bulunması ve oradan idare edilmesi manidardır.

Numan Ağanın kaza müdürlüğünü aldığı bu yıllarda, makamını korumak için kurduğu baskı düzeni ile yöreye dehşet saldığı bilinen olaylar arasındadır. Bu mezalimden ürken halkın adalet işlerinin tarafsız bir merkezde görülmesinden yana olması ile, her iki kazanın bir kadılık bölgesinde birleşmesi, bahsedilen olaydan kaynaklandığını imajını veriyor.

İleride de görüleceği gibi kaza merkezinin Bademli’ye taşınması ile 1847’de, Yenişar’da müstakil bir kadılık kurulduğunu görüyoruz. 20 no.lu belgede (Yenişar Kadılar Müdürü Seyit Mustafa Hamdi) cümlesi bunu doğrulamaktadır.

BELGE: 18

1253 Hicri, 1837 Milâdi tarihli senette “Kaşaklı ma’a Yenişar Kazası kuralarından Bademli Kariyersi sakininde” sözü ile beraber birkaç kişinin adı yanında “Memiş Ağanın oğlu” cümlesi geçmektedir. Ayrıca şahitler içinde “Ecir Ağa” adı da yer almaktadır.

Bu belgede mevcut olan “Kaşaklı ma’a Yenişar kazası (Kaşaklı ile beraber Yenişar Kazası) bundan önceki 17 no.lu belgeyi de teyit edici durumdadır. Bu hususta yeteri kadar açıklamalar önceki belgelerde de yapılmış olup, Yenişar Kazası’nın durumu hakkında bazı bilgiler elde edilmiştir. Bu belgede adları geçen Memiş Ağa ve Ecir Ağa adlarındaki kişiler bilinen bazı olayların kahramanları olup, Bademli Köyü halkındandır. Memiş Ağa yörede adaleti ile bilinen, herkes tarafından sevilen ve sayılan sahavetli bir ağa olduğu, buna mukabil Hoyran köyünde bulunan Numan Ağanın ise “Pek zalimane hareketleri ile” yöreye dehşet saçan bir zorba olduğu menkıbelerinden öğreniyoruz.

Numan Ağa yöreyi kendine hakim kılmak amacı ile muarızı olan Memiş Ağayı Hoyran Köyü çıkışında öldürtmüş ve öldüğü yere defnedilmiştir. Bu gün burası “Memişağa Mezarlığı” ile anılan bir kabristan topluluğudur. Memiş Ağanın ölümü ile Numan Ağaya karşı başkaldıran Bademli halkının bu davranışları isyankarlıkla vasıflandırılmış; bunun üzerine halk köyden çıkarılarak Kestel Mevkisine sürülmüştür. Burada yaylalamakta olan Karahacılı Aşiretinden bir kadın at sırtında söz ve hareketleri ile Bademli halkını kınayarak galeyana getirdiği ve Numan Ağa kuvvetlerine karşı saldırıya geçildiği dilden dile söylene gelen bilgiler arasındadır.

Bu kadına atfen söylenen şu şiir Mehmet Yağız’dan alınmış olup oldukça manidardır.

 

Varın Ecir Ağandan bir haber getir

Numan Ağa dedikleri tanımaz hatır.

 

Belgede ve şiirde adı geçen Ecir Ağa ise, zulme karşı başkaldıran bir lider olup, bu yıllardan 1846 yılına kadar Numan Ağa zulmüne karşı mücadelesini sürdürmüş azimli bir kişidir. Mücadelesinde başarılı olan Ecir Ağa, 1847 yılında kaza merkezini Bademli’ye taşıyarak kendisi de burada kaza müdürü (Kaymakam) olmuştur.

BELGE: 19

1263 Hicrî, 1847 Milâdi yılı Ramazan ayı tarihli Hüccet-i Ser’iye kararında Yenişar kazasına bağlı Kürtler Köyü ahalilerinden, Konya Müşir-i Osman Paşaya verdikleri arzuhal (dilekçe) ve alınan kararın özeti şöyledir:

Kürtler köyüne ait olup öteden beri Kavakalanı (Gilet) adı ile bilinen merayı adı geçen köyün muhtarı Osman Kehya ile Abdulbaki oğlu Hafız Hasan; köy halkından habersiz Numan Ağaya 3000 kuruşa satmış, 1847 yılında Numan Ağanın ölümü üzerine Kürtler Köyü ahalisi Numan Ağanın Mustafa, İbrahim ve Hüseyin adındaki oğullarını mahkemeye vermişler. Mahkeme heyyeti şahitlerin bilgisine dayanarak adı geçen Kavakalanı (Gilet) Kürtler köyüne iade etmiştir.

O tarihte kaleme alınan bu kararın başında “Esseyüd’ü Ahmet Fevzi ve mühür” alt tarafında ise “Kaza-ı Mezbure Müdürü Ecir Ağa” adı geçmektedir. Özetini verdiğimiz bu belgede tarihe ışık tutacak bilgilere rastlanmaktadır. Bu cümleden olarak”Sabık Yenişar Müdürü merhum Numan Ağa” lafzı geçmektedir. 1846 Milâdi yılından önce merkezi Hoyran Köyü olan Yenişar Kazası müdürlüğü Numan Ağanın, 1846 yıllarından sonra ise merkezi Bademli olmak üzere Ecir Ağanın olduğunu görüyoruz. Bu yıllarda Beyşehri’nin ve Kaşaklı (Yeşildağ)’ın da kaza ile idare edildiğini; bu belgenin alt tarafında yer alan “Kaşaklı Kazası Müdürü Osman Ağa” cümlesinden öğreniyoruz.

İkinci bir husus ise: Anamas ve yöresini iyi tanıyanlardan dolayı bilgi ve şahadetlerine başvurulan Karahacılı aşiretinin yöre tarihinde etken rol oynadığını görüyoruz.

Belgede “Mutalebe olunduk ta civarlarında haymenişin Karahaculu aşiretinden Efe oğlu Koca Celil ve Kara Musaoğlu Kürtali” cümlesinden sonra ayrıca “Karahaculu aşiretinden Emin Bey, aşiretten Veli Kehya” cümleleri yer almaktadır. Adı geçen bu aşiret hakkında Prof. Dr. Faruk Sümer’in Oğuzlar (Türkmenler) kitabının 176. sayfasında şu bilgilere rastlıyoruz:

“Dulkadirli Oymaklarından: Anamaslı öbür adı Karacalu-Karahaculu” cümlesi geçmektedir. Şu halde elimizdeki mevcut belgede adı geçen Anamas Dağları’nda bulunan Karacalu-Karahaculu aşireti, kitapta adı geçen Anamaslu, diğer adı Karacalu aşiretin aynısı olması ilginçtir.

Anamas Dağları’nın Senitalanı, Hacıbeyoluğu, Körmenlik, Alınoluk yaylaları ile Dedegül Dağı eteklerinde 600 çadıra sahip olan Karahaculu aşiretinin Emin Bey adında bir Bey tarafından yönetildiğini de görüyoruz.

Yine bu kitabın 629. sayfasında E. Dr. Çakıroğlu’nun Batı Anadolu’daki yürük oymakları listesinde şu bilgilere rastlıyoruz:

“19. yy ikinci yarısında, Demirci Kazası’nda bulunan Anamaslılar, 50 çadır ve 70 evden meydana gelmiş olup, 1000 davara sahip ve 15000 kuruş vergi verirler” kaydı vardır. Faruk Sümer, bunu yorumlarken de “Bu Dulkadir iline bağlı Büyük Anamaslu diğer adı Karacalu-Karahacılı oymağının bir obası veya kolu olabilir” demektedir.

Bu bilgiler ve yaklaşımlar yöre tarihimize ışık tutmakta olup (1874) yılında yöremizde meydana gelen şu olaya açıklık getirmektedir. Bilindiği gibi 1874 yıllarından önce kadimden beri Anamas yaylaları Karahaculu aşiretinin elinde idi. 1650) yılında Yenişar’da kurulan dört köy bu aşiretin ilk sakinleri olduğunu akrabalık bağlarından öğreniyoruz.

(1874)’de Bademli Köyü ile Karahaculu aşireti arasında Anamas’taki yaylalar yüzünden kavgalar zuhur etmiş, bu kavgada yaylalarını kaybeden Karahcılılar’ın bir kısmı lodoslu bir günde Bademli Köyü’nü yakarak bilinmeyen bir yere gittikleri bilinen olaylardandır.

Demirci Kazası içinde bulunan Anamaslu diğer adı Karahaculu aşireti bu olayın suçluları olmasından kaynaklanarak buralardan gitmiş olacağı tarihi yaklaşımlar, olayı doğrulamaktadır.

Hali hazır yöremizin bulunduğu Anamas yaylaları kesiminde Karahacılı aşiretinden 9 çadır mevcut olup, Karacalar soyadı ile varlıklarını halâ sürdürmektedirler.

Bu günlerde milli parklar içinde bulunan ormansız yüksek kesimleri konar göçer bu ailelerin çadırları ile değer kazanacağına inanıyorum.

Kaşaklı (Yeşildağ) Köyü’nün bir mahallesi durumunda görülen ve fakat muhtarlıkla idare edilen Ecirli Köyü 30-40 hane kadar olup 200 nüfusa sahiptir. Karahacılı aşiretinden Emin Bey’in oğlu Ecir hocanın buraya yerleşmesi ile Ecir hocaya izafeten bu köyün adı Ecirli Köyü olmuştur.

BELGE: 20

1265 Hicri, 1848 Milâdi tarihli bir senette: “Bademli tımarı dahilinde” cümlesi ile beraber birkaç kişinin adının yanında Duralioğlu adı da geçmektedir.

Ayrıca senedin alt kısmında “Müdürül Kuzzad Yenişarî” cümlesi ile beraber mühür üzerinde “Es Seyyit Mustafa Hayri” yazılıdır.

Bademli Kariyesi dahilinde tımar sözcüğü, bu yıllarda beslediği belli miktarda sipahilerle savaşa giden beylere öşürünü almak üzere ayrılan arazidir.

Bundan önceki 18 no.lu belgede geçen şiirin son mısrasında “Duruyun vuruyun Payamlı uşağı” diyen kadın bu belgede adı geçen Durali’nin anası olup, adı Zeynep’tir. Bu gün Erkek tarafından Karaca ve Duran, kadın tarafından da Uçar soyadlarını taşıyanlar, bu ailenin neslinden gelmedir. Konar-göçer olan bu aile Kestel olayından sonra Bademli’deki merkez camiînin 100 metre kuzey doğusunda iskan edilerek kızılyer mevkiînde de yeteri kadar arazi verilerek Bademli’ye yerleştirilmiştir. Ekseriyetle çobancılıkla uğraşan bu ailenin evinin olduğu yer davar beslemeye elverişli olmamasından dolayı o zaman ormanlık olan Çardak mevkiî civarına evini taşımıştır.

Belgenin alt kısmında yer alan “Müdürül Kuzzat Yenişarî Es Seyit Mustafa Hayri” ibaresi; bu yıllarda Yenişar Kazası’nda müstakil bir kadılık makamının varlığını dile getirmektedir. Daha önceki belgelerde ise Yenişar Kazası’nın kadılık makamı Kaşaklı (Yeşildağ) Kazası’nda görülüyordu. Bilahare kaza merkezinin Bademli’ye taşınması ile burada bir de kadılık ittihaz olunduğu görülüyor. “Müdürül Kuzzad Yenişarî” cümlesi, Yenişar kadılar müdürü anlamındadır.

BELGE: 21

1275 Hicrî, 1858 Milâdi tarihli bir senette “Yenişar Kazası’na tabi, Bademli Karyesinde” cümlesi ile beraber birkaç kişinin de adı geçmektedir. Bu senedin üst kısmı 1849 tarihli bir mühür ile mühürlenmiş olup, “Vevfk umur Mehmet Rüşti esseyit” ibaresi de mevcuttur. Alt tarafında ise şahitler yanında yöreye hizmet etmiş “Mehmet Ketuda ve Gök Mehmet” adları yer almaktadır

Bu belgeye göre Kazalığın devam ettiğini, ayrıca kaza müdüründen gayri “Vevfk umur” (işe uygun olan emir) cümlesi bize kaza yönetiminde bazı önemli işler üzerinde söz sahibi bir makamın da var olduğu fikrini veriyor.

senedin alt kısmındaki şahitler içinde muhtar Mehmet Kethuda ile Gök Mehmet adı geçmektedir. Farsça bir kelime olan “Kethuda (idare-i umura memur olunan mutemet) anlamına gelir. Bu kişinin de Kızıloğlu Mehmet’in (Cevherlerden) olması ihtimal dahilindedir.

Gökmehmet’e gelince: Gök Mehmet Bademli Köyü’nün medarı iftiharı olup Koçer’ler onun sülalesidir.

1870’li yıllarda Bademli ve halkının menfaati için gelecek nesillere ibret verici hizmetler sergilemiştir. Bu hizmetleri “Bademli bölümünde” dile getirilmiştir.

BELGE: 22, 23, 24

1275 Hicrî, 1858 Milâdi yılı Cemaziyelahir ayının 9. günü

1275 Hicrî, 1862 Milâdi yılı Rebülahir ayının 15. günü

1282 Hicrî, 1865 Milâdi yılı Recep ayının 21. günü tanzim edilen, üç adet tapu senedinde “Konya Sancağı Yenişar tımarı aklamında Yenişar Kazası’na tabi nefsi Yenişar’da...”, veya “Konya Sancağı dahilinde Yenişar Kazası’nda ...” cümleleri geçmekte olup, bundan sonraki belgelerde nahiye idaresinden bahsedilmektedir.

1808 yılında tahta çıkan II. Mahmut’un yaptığı değişiklikler sırasında dışarıda bulunan bayraktarlar, derebeyler, tekrar meydana çıkıp devlet yönetiminde vazife almışlardır. Elimizdeki mevcut belgelerde de görüldüğü gibi 1808 yıllarında kurulan Yenişar Kazası, Konya iline bağlı olarak 1868 yılına kadar devam etmiştir.

Kaza o yılların anlamı ile adalet işlerine bakan ve kaza-i hükümler veren kuruluş demektir. Zamanımızda bunlara hakim yargıç, o zamanlarda kadı deniliyordu. Bunlardan başka bir de kaza müdürü vardı. Bunlar bulundukları yöreyi yönetir ve halkın güzel geçimini sağlardı. Bu müdürler mutasarrıfların münasip gördüğü kişiler arasından tayin edilirdi.

1868 yılına kadar devam eden bu yönetim şekli, 1868 tarihinde çıkan Mülkî Teşkilât Kanununun yürürlüğe girmesi ile müdürler yerlerini tayin edilen kaymakamlara devretmişlerdir. Adı geçen bu kanundan sonra Yenişar’da kazalık son bulmuş olup, nahiyelikle ve bilahare muhtarlıklarla idare edilen köy konumuna geçmiştir.

Yenişar’da kazalıktan önce Veli Ağa, Memiş Ağa, kazalık döneminde de Numan Ağa, Ecir Ağa gibi ümeraların varlığını görüyoruz. Veli Ağa, Memiş Ağa, Emir Ahmet Yenişehir (Şarköy) sakinleri olup, kazalıktan önce Veli Ağa Hoyran; Memiş Ağa Bademli, en son olarak da Emir Ahmet Muma köylerinde yaşamışlardır.

Yenişar’da tesis edilen kazalıkla beraber, ağalar arasında müdürlük rekabeti de son safhaya ulaşmıştır. Bu cümleden olarak Numan Ağa, Konya’da Veli Ağayı, Hoyran’da Memiş Ağayı, Muma’da Emir Ahmet’i öldürttükten sonra yöreye hakim olmuştur.

Yenişar’da Çarpık Bir İdari Taksimat

BELGE: 25

1277 Rumî, 1860 Milâdi senesi Recep ayının 12. günü kaleme alınan Hitabet ve İmamet beratında: 1293 Rumî, 1876 Milâdi senesi Şabanı Şerifinin 11. günü 2. Sultan Hamid’in tahta çıktığını kaydettikten sonra aynı yılda Bademli Köyü’nde bulunan cami-i Şerifinin Hitabet ve İmamet Beratını almak için müracaat edildiği görülüyor.

1861 yılında verilen bu beratta şu kayda rastlıyoruz:

“Eski kayıtlara göre evkaf mülakada Kaşaklı Kazası’na tabi Bademli Köyü’nde bulunan Cami-i Şerif, 1861 tarihinden itibaren kayden üzerinde görülen Abdul Fettah İbni Abdul Fettah Zeyit Hocaya tecdiden bu berat-ı hümayunumu verdim” denilmektedir.

 

BELGE: 26

Salname-i Konya

(Defa:1), (1868-1869) Bu devlet Salnamesinde Yenişar hakkında şu bilgilere rastlıyoruz:

1868’de Yenişar’da kazalığın kaldırılması ile ikinci defa nahiye olduğu bu belgenin yanında 27 no.lu belgeden de öğreniyoruz.

Bu yıllarda altı köyden oluşan Yenişar’ın o yıllarda salnamesinden yedi köyden oluştuğu görülüyor. Yörede bir fazla olarak görülen bu köy Dereağzı mevkiînde bulunan İsrailler Köyü’nün Yakacık mahallesidir. Yenice Mahallesindeki Korucular sülalesi bu mahallenin son sakinleri olup, 1870 yılında Yakacık’tan Yenice’ye göç etmişlerdir.

Bu dönemde Yenişar Nahiyesi’nin toplam erkek nüfusu 1936 kişiden meydana gelmişken; 1500 yıllarında vergi nüfusu olarak görülen erkek sayısı 549 kişidir.

Nahiyenin askeri temsilcisi olan Muhammed Ağa ise, Bademli halkından olup, Tıngıroğulları, Eryılmaz ve Çakır sülalesi ile beraber, Konya’daki Keçecilerin de sülalesidir.

Bir çok belgelerde görüldüğü gibi 1872 yılında Yenişar köyleri arasında arazi yüzünden çatışmalar olmuş; bu çatışmalarda Beyşehir idare meclis azası olan hafız Ali (Hacı Ali Ağa) Hoyran Köyü’nü açıktan korumaya kalkışmıştır. Bu durumdan ürken, Bademli, Kürtler, Yenice ve Muma köyleri Beyşehir kazasından ayrılıp, Yenişar’a en yakın Şarkikaraağaç kazasına bağlanmayı dilemişlerdir. Böylece arzuları yerine gelen bu köyler, Şarkikaraağaç’a bağlanırken Hoyran ve Kurucaova köyleri de Beyşehir Kazasında kalmıştır. Isparta’ya geçen köyler 1874 yılına kadar nahiyeliğini sürdürmüş ve bilahare köy durumuna geçmiştir. Kabili taksim olmayan yörede, çarpık bir idari taksim yapılmış olup, köyler bulundukları kazalara bağlı muhtarlıklarla idare edile gelmiştir. Bu çarpık idari taksimattan doğan münferit olaylar halâ devam etmekte olup, yörenin her türlü gelişmesine çelme takmaktadır.

BELGE: 27

1291 Rum^İ, 1874 Milâdi, tarihli bir tapu senedinde “Hamid (Isparta) Livası’nın, Yenişar Nahiyesi” cümlesi yer almaktadır.

1819’dan 1869 yılına kadar geçen belgelerde Konya Sancağına bağlı Yenişar Kazası adı geçmekte iken, 1869’dan sonraki belgelerde Yenişar Nahiyesi veya köyleri adı geçmektedir.

“Hamid Livası’nın Yenişar nahiyesi” kaydı, Yenişar’ın bu yıllarda kazalıktan nahiyeliğe ve bilahare köy durumuna geçtiğinin ifadesidir. Yine Yenişardaki köylerin bir kısmı Konya Vilayetinin Beyşehir Kazası’nda kalırken; bir kısmı da Isparta Livasının, Şarkikaraağaç Kazası’na bağlanmış olduğu anlaşılıyor.

Bu durumun nedenleri daha önceki belgelerde dile getirilmiş olup, gereken bilgiler verilmişti.

Şarkikaraağaç’a ve Beyşehir’e Bağlı Yenişar

BELGE: 28

1292 Hicrî, 1875 Milâdi yılı Cemaziyelevvel ayı tarihli bu ferman da: “Konya Vilayeti celilesi dahilinde kain mülga Yenişar Nahiyesine tabi Muma sınırları içinde Kâfirçayırı adı ile anılan biçimlik öteden beri Muma Köyüne ait iken, Kurucaova Köyü’nden birkaç kişi adı geçen çayıra tecavüz ettikleri. Muma Köyü halkı ise bu tecavüzün bertaraf edilmesi için Konya Vilayeti’ne şikayette bulundukları.

Bu meselenin halli için Konya Adalet Defteri Vekili, Beyşehir Kaymakamı, Tapu Katibi, İdare azaları ve Müftüden oluşan mahkeme heyetinin kurulduğu.

Mahallinde yapılan şer’i mahkemede tecavüz edenlerin men edildiği” dile getirilmektedir.

Fermanın baş tarafında Konya Defter-i Hakani vekilinin mührü, alt tarafında ise kaymakamın ve tapu katibinin mührü vardır.

Bu belge içinde geçen “Konya Vilayeti celilesi dahilinde kain mülga Yenişar Nahiyesi” sözü 1876 tarihinden önce Yenişar Konya vilayeti dahilinde nahiye iken, nahiyeliğin kaldırıldığını ifade etmektedir.

Bu da bize 26 no.lu belgeyi içine alan Salnamenin doğruluğunu pekiştirmektedir. Şekil: 31.

Ayrıca tarihsiz bir dilekçede şu ibarelere yer verilmiştir:

“...Beyşehir Kaymakamı Canibi Alisine:

Mülga Yenişar Nahiyesi altı pare karyeden ibaret olup, bundan hayli seneden beri akdem mi yaremizde tekadis iden bir arazi münazarasından dolayı her nasılsa dördü Karaağaç Kazası’na, ikisi de Beyşehir Kazası’na rapt ve ilhak kılınmış.”

BELGE: 29

1312 Rumî, 1896 Milâdi yılı Aralık ayının 24. günü Şarkikaraağaç kazasını ve köylerini de içine alan “Askeri tesislere yardım tevziat defteri” adı altında bir defter düzenlenmiştir. Buna göre Yenişarbademli’nin, asıl nüfusunun vergi verecek yükümlüleri incelenmiş, her erin mali durumuna göre kuruş olarak verebileceği paranın miktarı karşılarında gösterilerek şerh edilmiştir. Bu mahalli şerhin altı “Muhtar-ı-evvel Ahmet Çavuş ile Muhtar-ı sani Hacı Abdullah oğlu Süleyman tarafından tasdik edilmiştir.”

Bu yıllarda 100 kuruş (1 lira) 1 Osmanlı lirası da 1912 Alman markına eşitti. Bir Osmanlı lirası yaklaşık, 20 gram ağırlığında altın sikke idi. Bu da bize o yıllarda Bademli’nin Yenice’nin, Kürtler’in ve Muma’nın mali durumları hakkında bilgi vermektedir. Ek: 2.

Belgede görülen diğer bir husus ise defterde adı geçen yükümlüler, ya tek, ya kardeş, ya da oğul olarak isim bölümünde yer almaktadır. Oğulların babalarının yanında olduğu düşünülürse bu yıllarda yani 1896’larda Bademli 110 hane 430 nüfus, Yenice 63 hane 249 nüfus, Muma 49 hane 195 nüfus, Kürtler 21 hane 80 nüfusa sahiptir. Harita: 5.

Bu tarihte kaza ayrılığı nedeni ile Kurucaova ve Hoyran köylerine ait, bu husustaki bilgiler elde edilmemiştir.

BELGE: 30

1312 Rumî, 1897 Milâdi Recep ayı tarihli, bir tapu senedinde “Konya Vilayetinin, Beyşehir Kazasına bağlı Mada Köyü halkından, Osmanlı devleti tebaasından, Petro’nun oğlu Yuvan” adı geçmektedir.

Bu tapu senedinin sahibi Petro’nun oğlu Yuvan Rus Kazaklarından olduğu diğer belgelerin de yaklaşımı ile açıklık kazanmıştır. Kilisenin adı ise Kilise-i Patriktir.

1897 yılında Beyşehir Kazasına bağlı olarak görülen bu Kazak köyü, 1920’lerde çeşitli sebeplerden dolayı başka yerlere dağılmışlardır. Boşalan bu ada Kafkasya’dan gelen Çeçenlere verilmiş ve bilahare Yörükler tarafından Çeçenlerden satın alınmıştır. Halen, Şarkikaraağaç Gedikli Köyü, Kumluca adası ve mahallesi ile anılır. Halk arasında Kazakların adası olarak da bilinen bu yer, bu kitapta “Mada adası” başlığı altında gereken bilgi verilmiştir.

BELGE: 31

1332 Rumî, 1916 Milâdi senesi Cemaziyel uhrasının 21. günü verilen İmamet ve Hitabet Beratında:

“Karaağaç Kazasının Yenişar Köyünde mevcut olup, kayden, Kaşaklı Kazasının Yenice köyünde olarak görülen Mehmet Şehrübanü Cami-i Şerifinin İmamet ve Hitabet vazifesi İbrahim Mehmet ve Ebubekir adındaki kişilerin tasarrufu altında iken; bunların ölümü ile hisseleri memluklerinden (Kölelerinden) Mehmet Kâhya’ya ademi liyakatı ciheti ile bu berat-ı Şerif kendilerine verildi.” Denilmektedir. Şekil: 30

Yenişarbademli-Yenice mahallesinde olan bu cami hakkında geniş bilgi bu kitabın Camiler bölümünde yer almıştır.

2- Milli Mücadele ve Cumhuriyet Dönemi Belgeler

Beyşehir’e Bağlı Yenişar

BELGE: 32

1336 Rumî, 1920 Milâdi Haziran ayının 28, 29. günü Konya vali vekili 12. K.K. Fahrettin tarafından, Beyşehir Kaymakamlığına gönderilen emirname ve bu emirnamenin mahiyeti derkenar ve Bademli Nahiye Müdürlüğüne özet olarak:

“Yenişar adı ile anılan Bademli Yenice Kürtler ve Muma köylerinin Beyşehir kazasına yakınlığı sebebi ile, Beyşehir’in oradaki diğer Hoyran ve Kurucaova köyleri ile beraber bunların bir nahiye olması; nahiye müdürlüğüne de Bademli köyünden Müderris Rağıp hocanın tayini münasip görülmüştür.

Bu emir doğrultusunda müdürlük emrine bir karakol komutanı ile yeteri kadar jandarma gönderilmiş ve orada bir nahiye hükümeti kurulmuştur” bildirisinde bulunulmuştur.

Bazı nedenlerden dolayı 1874 yılında Bademli, Yenice, Kürtler ve Muma köylerinin; Beyşehir kazasından ayrılıp, Karaağaç kazasına bağlandıklarını; Hoyran ve Kurucaova köylerinin ise Beyşehir’de kaldıklarını öğrenmiştik.

1875 yılından 1920 yılına kadar adı geçen kazalarca yönetilen yöre köyleri bu kere de bu emir doğrultusunda üçüncü defa nahiye hükümetinin kurulduğuna tanık oluyoruz. 1920’lerde nahiye hükümetinin kurulması yörenin stratejik yapıya ve halkının Kuva-i Milliye ruhuna sahip olmasından kaynaklanmaktadır.

Birinci Dünya Savaşı, sonucu menfur Sevr Antlaşmasına göre yurdumuz parçalanmış, hemen ardından da yer yer işgaller başlamıştır. Buna karşı Atatürk’ün önderliğinde kurulan Kuva-i Milliye örgütleri tüm vatan sathında amansız bir mücadeleye girişmiştir.

Bu mülahazalarla 23 Nisan 1920’de B.M.M. açılışından iki ay sonra yani 28, 29 Haziran 1920 tarihinde Konya Vali Vekili 12. K.K. Fahrettin’in (Orgeneral Fahrettin Altay) yazılı emirlerince Yenişar’daki köylerin birleştirilerek bir nahiye hükümetinin kurulduğu, nahiye müdürlüğüne de Rağıp Hoca (Cevher)’nın getirildiği; Beyşehir Kaymakamlığına bildirmektedir. Beyşehir Kaymakamı ise bu yazıya dayanarak nahiye emrine bir karakol komutanı ile yeteri miktarda jandarma gönderildiğini, müdüre başarılar temennisinde bulunulduğunu yazmaktadır. Hali hazır Bademli’de bulunan jandarma teşkilatının kuruluşu bu tarihlerden başlamış olup, varlığı günümüze kadar süregelmiştir.

Nahiye hükümetine bağlı jandarma ve kuva-i Milliye örgütleri sayesinde yöre, çıkması muhtemel iç ve dış odaklarının ihanetinden masun kalmıştır.

“Mıntıkanıza firar eden vakayı isyaniye tertiplerinden, Mustafa Remzi, Hacı Osman, Hacı Sabit’in bulunması hakkında” ki emirleri ile “Bozkır isyanına katılan usatın (isyancıların) perişan bir halde dağıtılmıştır” bildirileri oldukça manidardır.

Bu arada Beyşehir’de bulunan Kuva-i Milliye temsilcisi Miralay Şehit Nazım Bey’in Yenişar halkından gördüğü destek üzerine belde halkına ulusal mücadeleye katkılarından dolayı “İtimadname Madalyası” da vermiştir.

BELGE: 33

1336 Rumî, 1920 Milâdi yılı 28-22 Haziran ayından 15-16 Kânunuevvel (Aralık) ayına kadar altı aylık zaman dilimini kapsayan bu belge, Yenişar’da kurulan nahiye hükümetine ait gelen giden evrak defterinin bir bölümüne aittir.

İlginç bir özelliği sahip olan bu belgede olaylar özet olarak yazılmış, ayrıca tarih ve numaralar kaydedilmiştir.

23 Nisan B.M.M.’nin açılışından hemen sonra vatanın ve milletin kurtuluşu uğrunda alınan tedbirlerden: Örgütlenmeler, isyanların bastırılması, Milli Kuvvetlerin olağan üstü kahramanlıkları; B.M.M. tarafından çıkarılan kanun ve kararların yerine getirilmesi lâzım gelen emirleri kapsamaktadır.

Bu belgede ilginç olarak görünen bazı kısımları buraya almakla tarihimiz hakkında kısa da olsa bazı bilgilere sahip olacağımız inancındayım.

İznik’in, Gökbayrak taburu tarafından düşmandan geriye alındığı, Garp Cephesi Kumandanlığının 6.10.1920 tarihli telgraf namesi üzere tamim tebliği.

Süvari kıtaatının, Seydişehir ve Beyşehir’in işgali hakkında tamim ve isyancıların perişan bir halde dağıldıklarının ilânı. 19-20 Ekim 1920.

Nakliye ve süvariye hizmetine elverişli hayvanların satın alınması hakkında tebligatı tamim.

Trakya Komünist Fırka teşkilatı ikmal edilmiş olduğu hakkında İçişleri Bakanlığı’nın telgraf namesi sureti tebliği,

Paralı çobanların askerlikten istisnalarına mahal olmadığı hakkında tebligat,

308’den 315 tevellütlü efradın sevkine ihtiyaç olunduğu hakkında.

Yozgat isyanına sebep olup kaçan, Halit Bey’in yakalanması hakkında,

Talî İslâm Cemiyetinin, Yunan tayyareleri ile dağıttıkları bildirilerin ret edilmesi.

Aksaray ve Koçhisar’da müstakil liva teşkilatı olunduğu hakkında,

Kaçakların götürdüğü elbiselerin alınması ve sevk edilen erlere verilmesi hakkında,

İsyan olayını tertipleyen Mustafa Remzi, Hacı Osman ve Hacı Sabit’in bulunması hakkında,

Hafız Bekir Efe askerlerinin teşkilatlanmasının men edildiği hakkında, bu gibi hallere meydan verilmemesi,

Konya İstiklâl Mahkemesi beyannamesi tebliği, “3 Kanunuevvel (Ekim) 1920”,

Halkın elindeki silah ve cephanenin toplanıp, gönderilmesi hakkında,

 

Verdikleri dilekçe gereğince Bademli, Kürtler, Yenice, Muma Köylerinin Karaağaç’a bağlılıkla geçmişlerinin iadeleri; Kurucaova, Hoyran Köylerinin bundan önceki Beyşehri’nde kaldığı ve nahiyeliğin lağvı “23 Aralık 1920”.

(Bizce, kısa bir süre sonra nahiyeliğin kaldırılması olayı, vazifesini tamamlayan nahiyenin ömrünün son bulması olayıdır.)

BELGE: 34

1336 Rumî, 1920 Milâdi yılı Ağustos ayının 11. günü Konya Valisi Haydar tarafından, Beyşehir Kaymakamlığına verilen bir emirde: Ankara’daki seyyar jandarma müfrezesi için 12 adet hayvanın süratle ikmali istenmiştir.

Beyşehir Kaymakamı da bu emir doğrultusunda 14 Ağustos 1920’de Yenişar Nahiyesi Müdürlüğüne gönderdiği bir yazı ile nahiye hissesine düşen üç adet hayvanın tedarik edilerek Vesaidi Nakliye Komisyonuna gönderilmesini istemektedir.

İleride görüleceği gibi vatının ve milletin kurtuluşunda ümitsizliğe düşmeyen Yenişar halkı, Türk ordusu için istenilen hayvanlarla beraber, her aileden tedarik edilen çarık, çorap, gömlek gibi bazı giyecekleri de gönderdiğine şahit oluyoruz.

Duruyun vuruyun Payamlı uşağı
Kestel Deresinde bozkurtlar yatır

 

 

 

 

 

İstanbul’a götürülen katırcıoğlu’na kürk giydirilip, Veziri azam tarafından Padişah 4. Mehmed’in huzuruna götürüldü. Vezir;

 

 

 

 

Şöyle ki: “1648 yılında Osmanlı padişahı 4. Mehmet zamanında, Katırcıoğlu Mehmet Bey ünlü bir şâki olup, Teke vilayeti yürüklerindendir. Yine bu yıllarda Haydaroğlu Mehmet Bey Seydişehir taraflarında arazi sahibi bir Bey olup, bir kadının (hakimin) zulmüne uğradı; onu öldürüp

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İsrailler, Küre ve Keçilik köylüleri köylerini tamamen terk ederken, İsrailler’in, Yakacık mahallesi 1865 yılına kadar varlığını sürdürmüş ve bu yılda ortadan kalkmıştır.

 

 

Şehirköy, Kürtler ve Muma köyleri ise 1230 yıllarında Alaaddin Keykubat’ın Kubad-âbâd sarayı ve buna bağlı Yenişehir’in tesisi ile kurulduğu varsayım içindedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

6-1600-1650 YILLARI ARASINDA YENİŞEHİR NAHİYESİ VE BURADA GÖRÜLEN YERLEŞİM BOZUKLUĞU

 

10- Küre:

 

9- Keçilik:

 

Kuruca-ova:

1485 yılında 69 nüfus 60 ev, 1507 yılında 73 nüfus 37 ev, 1524 yılında 101 nüfus 70 ev, 1584 yılında 188 nüfus mevcuttur.
1485 yılında 60 nüfus 50 ev, 1507 yılında 59 nüfus 42 ev, 1524 yılında 78 nüfus 39 ev, 1584 yılında 131 nüfus mevcuttur.
1485 yılında 52 nüfus 40 ev, 1507 yılında 60 nüfus 35 ev, 1524 yılında 76 nüfus 44 ev, 1584 yılında 116 nüfus mevcuttur.
1485 yılında 20 nüfus 15 ev, 1507 yılında 25 nüfus 21 ev, 1524 yılında 37 nüfus 28 ev, 1584 yılında 111 nüfus mevcuttur.
Metin böyledir.
I. BÖLÜM *
 
 
  Bugün 4 ziyaretçiSitemizi Ziyaret Etti.
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol